1 Aralık 2010 Çarşamba

ABHAZYA

Toprağımda Öldüm...

Her bir karış toprağımın sevdasına, katmerlendim adım adım,
Mis kokun arındırdı gönlümü, nefes nefes.
Başımı döndürdü masal dağlarım duman duman,
Gözlerim de kaldı rengahenk, büyü büyü.
Yüreğimden doldu taştı bir güzel derya, binlerce can insan...
Yaşadığımı sanırken,
Eksik, yarım, tam.
Ben Öldüm...
Ben...
Cennetimi Gördüm.

http://picasaweb.google.com/gulbintatliagiz/CennetiGordum#

Yol arkadaşım Aylin'in tamamen turistik amaçla geldiği gezimizde bana söylediği söz çok ilginçti.'' Gülbin burası ''Avatar'ların Ülkesi'' bence...Cameron filmi çekmeden önce kesin buraya geldi ve o filmi burayı gördükten sonra çekti galiba'' :)

Gülbin Tatlıağız

23 Ekim 2010 Cumartesi

şizofreni yarışmasında 1. gelen senaryo

Şizofreni Dernekleri Federasyonu liderliği ve Bilim İlaç desteği ile şizofreni hastalığına dikkat çekmek ve şizofreni hastalarını topluma kazandırmak amacıyla başlatılan “Gerçekler Maskelenmesin” isimli projenin öykü yarışması birincisi Süveyda Ölüdeniz’in “Kanatılmış ...Sözcükler Kitabı” adlı eserinden uyarlanmıştır. Seslendiren : Atakan Arısoy

şizofreni yarışmasında 1. gelen senaryo | izlesene.com


20 Eylül 2010 Pazartesi

Bir Başkent'in 8000 Yıllık Tarihi...



Efsane İstanbul...

Sabancı Müzesi'nde 5 Haziran 2010 da açılmıştı sergi. 26 Eylül'e kadar uzatıldığı haberini duyunca bu pazar gittim. Ahmet Ümit'in ''İstanbul Hatırası'' kitabını okuduğumdan beri bu sergiyi kaçırmak istemiyordum.

Sergi beklentimi çok karşılamasa, aceleye getirilmiş izlenimi yaratsa da görülmesi gerekli diye düşünüyorum. Daha iyi anlayabilmeniz için İstanbul'un tarihi hakkında iyice bilgi edinerek gidin.Anlatımlar pek tatminkar değil.

Sabancı Müzesi'nin konumunun güzelliğine bir de pazar günkü havanın güzelliği eklenince sergide ki bir kaç olumsuz düşüncem yok olup gitti zaten.

Az bir zaman kaldı. Kaçırmadan gidin görün derim...

Gülbin Tatlıağız













13 Eylül 2010 Pazartesi

Abhazya'm...Cennetime gidiyorum.


Nihayet bütün bir yaz boyunca hasretini çektiğim tatil için geri sayım başladı...
Cennetime gitmeme son 2 hafta!
İlk defa göreceğim Topraklarımı...
İnanılmaz bir heyecan ve sevinç var içimde...
Dilerim her şey ; bu heyecanlı anları doya doya yaşamamı sağlıyacak kadar mutlu, güzel ülkemin toprakları kadar bereketli ,dönünce de yaşadıklarımı ve fotografları sayfamda sizinle paylaşabilecek kadar sıhhatli geçer.

Gülbin Tatlıağız














2 Eylül 2010 Perşembe

Renklerin Sudaki İzleri... Ebru Sanatı


http://www.hobimlemutluyum.com/Gallery.aspx?groupId=5&id=1463

Garanti Emeklilik Hobi Kulüplerinden, Resim Atölyesinin bir etkinliği olan Ebru Atölyesi'ne katıldım geçenlerde.

Ebru yapılışı itibariyle hep merak ve hayranlık uyandırmıştır bende.
Suda boyaların birbirine karışmadan oluşturduğu renk cümbüşü, çiçeklerin,desenlerin bir arada oluşturduğu o ahenk göz alıcı gelir.
Ebru Atölyesinde, Salat Metin (Ebru Sanatçısı) hocanın, bu sanatın başlangıcı ve süreci, kullanılan malzemelerin ne olduğu, boyaların birbirine karışmamasının neye bağlı olduğu ile ilgili bilgilendirmesi, nasıl yapıldığını göstermesinden sonra biz katılımcılarda ilk başlangıç olarak yaptığımız ''ebru'' larımıza sahip olduk.
Gerçekten çok keyifli ve bilgilendirici bir workshop oldu benim için.Gerçi benim ilk deneyimim, fotografta görüldüğü gibi, her bir yaprağı ve çiçekleri başka bir tarafa savrulmuş pek başarılı olmayan bir papatya olsa da onu ben çok sevdimm.
Sanırım yaşamımın fırsat bulduğum ilk anlarından birinde, bu sanatı en azından kendim için yapabilecek kadar öğrenebilecek düzeye gelmek için adımlar atacağım.

Bu atölye çalışmasını ve bizimle yapılan ropörtajları da fotografın altındaki linkten izleyebilirsiniz.

Gülbin Tatlıağız

25 Ağustos 2010 Çarşamba

...


Ben yaşadıklarımın hiçbirini unutmam.
Ama evet ! yeri gelir susarım.
Canımı çok yakan şeyler olur ama yinede susarım, tükenirim.
Buna izin de veririm aslında..
Salaklığımdan mı? Hayır!
...
Ben kimseye ''GİT'' de demem, diyemem.
O kişi vazgeçilmez olduğundan mı? Hayır.
Ona o kadar şeye rağmen,o kadar değer veririm ki, hergün yaptıklarına utansın diye.
Ama bir gün öyle bir giderim ki;
Kaybedeceğim hiçbir şey olmaz!


Sunay Akın

11 Ağustos 2010 Çarşamba

Bir Paylaşım


Bu sıcaklar beni öldürecek sanırım!
Ne enerjim ne de bir şeyler yapmaya isteğim var.
Blog sayfamı açıyorum boş boş bakıp kapatıyorum tekrar.
Ne okuduğum kitaplar, ne filmler... fazla da seyretmiyorum bu aralar zaten.

Tatili ve cennetimi bekliyorum, ama o kadar uzun geliyor ki ona ulaşacağım zaman bile...Eylül'ün sonuna daha çok var işte.
Mehtap aradı sabah.''Dün gece senin kulaklarını çınlattık bol bol'' diye.''Ece Temelkuran'ın bugün okuduğum yazısı seni düşündürdü bana'' dedi.
İşten dönüşte okudum.O kadar içten ve içimdendi ki ben yazmasamda paylaşmak istedim.
Gözümde, gönlümde dolu şu an.Bu kadar kolay... ve imkansız.

Gülbin Tatlıağız

Bu kadar kolay ve bu kadar imkânsız...

09 Ağustos 2010 Pazartesi, 12:01:20
Yazan: Ece Temelkuran

Rüyanda sadece balıkları görecek kadar yüzsen. "Bir balığı ne zıplatır suyun dışına?" sorusu kemiksiz on beş dakika içini ele geçirene kadar yüzsen. "Herhalde müthiş bir fikir geldi aklına" cevabını epey mantıklı bulacak hale gelene kadar... Kimselerin olmadığı koylarda tatlı tatlı yüzerken çıkan çıkır çıkır deniz sesini dinleyecek kadar sessiz olmalı ortalık. En fazla bir zargananın burnunun dibinden geçişinden korksan. Sudan çıkınca balıkların renklerinden konuşsan.



Sonra, İş Bankası'ndan emekli olunca kendini küçük teknesine atan Kamil Kaptan en az 30 tane denizkestanesi çıkarmalı dipten. İlk darbeyi o vurmalı, sonra sana geçirmeli "karadikeni". Bugün senin görevin denizkestanesini fazla sıkmadan, kıpırdayan dikenleri avuçlarını gıdıklarken, yumurtaları ayıklayıp ağır ağır, azar azar tabağa koymak olmalı. Zaman diye bir şey kalmamalı onuncudan sonra. Telaş, senin ancak televizyondan bildiğin insanlara ait bir acayiplik olmalı artık. Sen bir denizkestanesi bir başka denizkestanesine sarılmak isteyince ne kadar kederlenebilir, sadece bunu merak etsen.



Domatesler kırmızı suyunu salınca salatanın zeytinyağına "Oh be!" demelisin. Bir tek rakı kadehine doğru tıkırdadığında şükretmelisin. Çipuranın yanaklarının ne kadar etli olduğuna hayret ettiğinde... Teknede kesilen kavunun kokusu deniz kokusuna karışıp da ruhun serinlediğinde... Küçük radyoda aniden Belkıs Özener "Aşkın bahardı..." diye başladığında... Sallanan teknede minik bir uykuya doğru devrildiğinde akşam güneşinde... Uyanıp balıklara bakarak suda ayıldığında... Bata çıka yenen şeftalinin suyu dirseklerine kadar aktığında tekrar denizde balıklarla yıkandığında... Teker teker bunlara işte şükretmelisin.



Akşam güneşi kaybolmadan, benim eflatun saatimde, yıkanmış paklanmış bir balıkçıya oturmalısın sonra. Çok sevdiğinden emin olduğun dostların olmalı, sadece güzel şeylerden bahsetmeliler. Şef garson küçük sürprizler yapmalı, ben diyeyim ıhlamur sosunda sübye yumurtası, sen de sakızlı ahtapot. Hadi bir de parasını almasın, öyle tatlı bir şef garson çünkü. Yaptığı sürprizden mutlu olan cinsten, en sevdiğim.
Sonra lokanta masaları arasında dolaşan komik, uykulu çocuklar
olmalı. Artık telden çember yapmıyorlar, bir tabancadan bir anda yüzlerce balon çıkarıyor bu çocuklar, bunu görmelisin. Hıza kesmiş her şey. Kafanı kurcalamalı; kayaların, ağaçların ve insanların kenarından arabalarla ve hızla geçtiğimizde ne kadarını görebiliriz ki baktıklarımızın? O kayaların, o ağaçların ve o insanların yanından yürüyerek geçen geçmiş zaman insanlarının kim bilir nasıl çalışıyordu kalbi, bunu düşünmelisin. "Hay aksi!" demelisin, "Bu çağın nasıl bir şiiri olabilir ki?" demelisin. Sonra bir çocuk havaya fışkırttığı balonları tek tek yakalamaya çalışınca, her birini patlatmadan şişeye yerleştirmeye nafile olsa da inatla gayret edince tekrar inanmalısın insanın her çağın marazını yenebilecek kudrette olduğuna. Bir Tanrı varsa muhakkak çocukların çekirdeğinde, böyle şeyler geçmeli aklından.



Sabah olmalı tekrar. Bir ihtiyar çıkmalı ortaya. Bastonuyla iki büklüm deniz kenarında. Birden kocaman bir deniz gözlüğü takmalı. Bastonuyla adım atmalı denize, yürümeli suda, beline kadar. Sonra bastonuna tutuna tutuna bir sokup bir çıkarmalı kafasını suya. Bastonuyla denizde yürüyen ihtiyarın sırtı küçük, esmer bir adacık olarak görülmeli ara ara. Bulduğu denizyıldızlarını hiçbir şey söylemeden genç kadınların masasına bırakmalı.
Güneş batarken kendine doğru dönmeli gözlerin. Kendine sövüp sayıp
tatlı tatlı, sonra kendini affetmelisin. "Nereden baksan" demelisin, "fena insan sayılmam". Yola yine de kendinle devam etmeye karar vermelisin. Ağustosböcekleri gibi ses çıkardıkça içi boşalan, sesi bittiğinde ruhuyla birlikte eti de kabuğunu terk eden birisin sen. Nereden baksan...



Sabah olunca yeniden, bir domates koparsan dalından, biber acı çıksa of of of yansan, salatalığın kokusu eline bulaşsa ve kabuğunu alnına yapıştırsan, peynir sürprizini yapsa, nasıl güzel nasıl... Simit olsa, sıcak olsa namussuz, çok yesen. Böyle işte çay da kendince dünyanın en güzel çayı gibi olsa... İyi bir gün daha geçirsen yani. Yani sadece insanca bir gün daha. İnsana yakışan cinsten bir tek gün daha...
İyi olursun. Bahse girerim daha iyi bir insan olursun.



Bir de benim güzel kardeşim, düşünsene, bu memlekette herkese böyle birkaç gün verilse... Böyle birkaç güne şükredebilecek sükûnet ve neşe... Düşünsene arkadaş, ne biçim yaşardık... İnsan gibi, insana yakıştığı gibi. Büyük bir sofrada beraber efkârlanıp sonra hep beraber gülen insanlar gibi... Şimdi bu fikir, bu hayal, senin gözünü doldurmuyor mu benim kardeşim? Benimkileri dolduruyor işte. Bu kadar kolay olmasına ve bu kadar imkânsız...

8 Ağustos 2010 Pazar

Biz Burada Devrim Yapıyoruz Sinyorita

Sadece uzaklardan gelenler bilirler evlerinin kokusunu.
Yollara, evlerimizi anlamak için çıkılır.
Fakat yolda bulduğun cevaplar eve geldiğinde, yakalanmış kelebeğin renklerinin sönmesi gibi parça parça dağılır.
Yola ait cümleler, yazıktır ki hep yolda kalır. Onlar, yolun cevaplarıdır. Döndüğünde anlatacağın hep biraz renksiz hikayedir....
Cevaplar, suyun altında çok renkli görünen ama sudan çıkarıp kuruduğunda renkleri sönen çakıl taşları gibidir. Bu, sana böyle gelir.
Oysa yeni çocukların yeni yollara çıkması için o çakıl taşlarını getirmek, sözün büyülü suyuyla yeniden ıslatmak, renklerini yeniden canlandırmak gerekir.

Göz doyar mı? Ne kadar görse, doyar? Bazı gözlerin ne görse öğüten bir bakışı vardır; doymaz kapanana kadar. Akıl kaç soruyu cevapladığında soru sormaz artık?
Belki akıl, cevapladıkça çoğaltır soruları. Kaç yüz gördüğünde görmüş olursun bütün yüzleri?
Kaç tanışma sona erdirir şaşırmayı? Göğüs ne zaman sonuna kadar dolmuş olur aldığı nefeslerden? Son nefesini verdiğinde mi?...
Bazısı insanların, durulmadan ölür. Kimisi yosun tutmaz hiç. Dünya ve insanlık, o insanların hayalleriyle iyileşir.

Ece Temelkuran

31 Temmuz 2010 Cumartesi

Çookk Eskilerden

Nerden takılmışsa bir şarkı dudaklarımda...



zerrin özer yoksun sen
Yükleyen sealee. - DiÄ�er müzik videolarına göz atın.

29 Temmuz 2010 Perşembe

İstanbul Hatırası...

Yeri göğü kutsallıkla bezenmiş, uğruna nice kanlar dökülmüş, nice imparatorlara şeref , gurur ve güç kazandırmış, en eski, en gözde, en göz konulan,bitmez tükenmez açlıkla yağmalanmasına rağmen hala en güzel ve en baştan çıkarıcı , büyüleyici kentin, aziz İstanbul'un kuruluşundan itibaren adımlarınızı, elinize sunulan tarih ve bilgi meşalesiyle Kral Byzas'tan,İmparator Contantinus'a, II. Teodosius'a, Iustinianus'a, Fatih Sultan Mehmet'e, Kanuni Sultan Süleyman'a doğru bin yıl ,bin yıl atarak, sayfalarını turlamaya doyamayacağınız bir kitap İstanbul Hatırası.

Hele İstanbul yaşadığınız şehirse ve o aziz şehre arada bir tepeden bakma şansına sahipseniz bu kitabı okuduktan sonra daha bir anlam katarsınız onun gül çehresine...

İnsanoğlunun başına gelecek darbelerden en büyüğünü yaşatırsa hayat birgün size, oğlunuzu, kızınızı veya çok sevdiğiniz eşinizi elinizden alıp acılarınızla, vicdanınızla yapayanlız bırakırsa... hayata tutunmak, hayallere tutunmakla mı olur sizin için?
Yoksa intikam mı anlam kazanır yaşamanız için ?
Sönen anıların, ölen hayallerin, yıkılan düşlerin, en derin, en gizli duygularında gezinecebileceğiniz bir kitap İstanbul Hatırası.

Vermek istenen mesajlarla işlenen seri cinayetlerin, ölenlerin gözlerindeki sırların, avuçlarının içindeki sikkelerin, cansız bedenlerinin konuluş şeklindeki okların yönünde ipuçlarını çözümlemeye çalışılan polislerle birlikte, katili bulmak için uykularınızı kaçıracağınız bir kitap İstanbul Hatırası.

Yedi Hükümdar, Yedi Kurban, Yedi Sikke, Yedi Kadim Mekan...Bu şehrin gizemli tarihinin kitabı
İstanbul Hatırası .

İlk okumaya başladığınızda Dan Brown'un ''Da Vinci Şifresi''nden esinlenilmiş gibi gelse de kısa bir süre sonra bu ön yargıyı tamamen yok ediyor anlatım.

Sonu bana ''Beyoğlu Rapsodisi''ndeki o muhteşem vuruşu yapmasa da tarihe ve polisiye hikayelere meraklısıysanız okumaya çok değer bir kitap.

Mutlaka okuyun derim...

Gülbin Tatlıağız

Küllerinden Doğan Kent
Iustinianus'un Konstantinopolis'i


Ayasofya'ya bakıyordu İmparator. Yeryüzünün en görkemli mabedine. Gökyüzünde asılı kutsal bir bulutmuş gibi Konstantinopolis'i kötülüklerden koruyan tapınağa. Işığını Tanrı'dan alan büyük anıta. Yüceliğiyle sadece kendisini değil, üzerinde yükseldiği kenti de benzersiz kılan mucizevi yapıya. İnsan aklıyla insan ruhunun birleşiminden doğan göksel mekana. O güne dek yapılmış tapınakların en büyüğüne, en genişine, en yükseğine, en aydınlığına...Ayasofya'ya...

Ayasofya'ya bakıyordu İmparator Jüstinyen. Kutsal olanla bilge olanın birliğine. Ancak inançlı ruhların yaratabileceği güzelliğe. Hükmünü yitirmiş tanrıların tapınaklarıyla süslü Konstantinopolis'in artık sadece Hristiyan tanrısının kenti olduğunu kanıtlayan yapıya. Tanrının yücelttiği bu kentin Tanrı'ya sunduğu yüce mabede. Konstantinopolis'in Romalı görünümünü yeni dinin dokunuşlarıyla benzersiz bir biçime dönüştüren yapıların en görkemlisine. İmparatorluğun kudretini, zerafetini, ihtişamını ve zenginliğini gözler önüne sunan Tanrı evine.

Tanrı'nın evine bakıyordu Jüstinyen. Tanrı hep iyi davranmıştı ona. Soylu biri değilken sarayın yolunu açmıştı. Daha imparator bile olmadan Rama'nın kaderini belirleyen biri yapmıştı onu. İmparator amcası Justin'in arkasındaki gizli güçtü Jüstinyen. İmparatorluğun gerçek aklı, gerçek yüreği, gerçek cesareti ve vicdanıydı. Tanrı hep iyi davranmıştı ona. Jüstinyen korktuğu anlarda bile cömertlik görmüştü Tanrı'dan. Ki Tanrı korkakları sevmezdi. En büyük yanlışlarında bile terk etmemişti onu. Ki Tanrı aptalları sevmezdi. En ahlaksız davranışlarına bile kızmamıştı. Ki Tanrı soysuzları sevmezdi. Ama hiç kuşkusuz Tanrı'dan gelen en değerli armağan, Teodora'ydı.

Tanrıya sunduğu tapınağa bakıyordu Jüstinyen. Teodora yanındaydı. Tanrı'ya duyduğu şükranın bir belirtisi, bu muhteşem tapınaksa, öteki, ince uzun bir selvi gibi yanında dikilen Teodora'ydı. İmparatorluk kan kırmızı, enfes bir elmaysa, yarısı Jüstinyen'di, yarısı Teodora. Bizzat Tanrı fısıldamıştı bunu Jüstinyen'in kulağına. Tanrı'dan gelen bu dişi armağanı kutsal bir emanet gibi koruyordu Jüstinyen. Oysa Kudüs'ten gelmemişti Teodora. Kutsallıkla hiç bir ilgisi yoktu geldiği yerin. Roma İmparatoriçeliğinden önce Roma kerhanelerinin imparatoriçesiydi Teodora. Roma sahnelerinin baş döndüren dansçısı. Roma batakhanelerinin taçsız kraliçesi.

Teodora yanındaydı Jüstinyen'in. Konstantinopolis kışının en mutlu günüydü. Tapınak tamamlanmıştı. Beş yıl süren çalışma sona ermiş, beş yıllık hır, zeka ve emek, yepyeni bir kilise olarak kendini göstermişti bu eski kentin ortasında. Beş yıllık düşlerine bakıyorlardı İmparator ve İmparotoriçe. Birbirini deli gibi sven iki aşık, birbirine tutkuyla bağlı iki insan, birbirine inanan iki can yoldaşı. Teodora'nın eli, Jüstinyen'in avucundaydı. Dünyanın kötülüklerinden korunmak için imparatorun kudretli avucuna sığınan bir kuş gibi. Ama kimin kime sığındığı belirsizdi. Teodora sokaklardan geliyordu. Sokaklar Roma devletinin yüksek terbiyesiyle büyüyen bir imparatorun öğreneceğinden çok daha fazlasını öğretmişti ona. Teodora olmasaydı Jüstinyen olmazdı. Jüstinyen olmasaydı ne Roma yeniden altın çağını yaşayabilir, ne de Konstantinopolis küllerinden doğabilirdi.
Teodora, Ayasofya'ya bakıyordu Jüstinyen'in yanında.Roma kerhanelerinde anlamıştı insanoğlunun alçaklığını. Romalı askerlerin çadırlarında farkına varmıştı bu büyük acımasızlığın. Romalı asillerin yatağında öğrenmişti insanoğlunun ikiyüzlülüğünü. Bu yüzden Konstantinopolis'in halkı ayaklandığında hiç heyecenlenmedı. Romalı asiller onlara katıldığında hiç şaşırmadı. Halk, Konstantinopolis'i ateşe verdiğinde hiç korkmadı. Jüstinyen kaçmak istediğinde bile korkmadı. Zerafetini hiç yitirmeden tuttu imparatorun ellerinden. Kendi oğlunun gözlerinin içine bakar gibi baktı kocasının gözlerine. Yumuşak ama kesin bir ifadeyle şöyle dedi :
'' Sen İmparatorsun, ölmek daha çok yüceltir seni kaçmaktan.
Ama daha iyi bir yol var ölmekten : Öldürmek. ''

Jüstinyen'in yanında ikinci bir hükümdar gibi dikmişti gözlerini yeryüzünün en büyük tapınağına Teodora. İnce yüzünde sınırsız bir kibir, soğuk gözlerinde değme savaşçılara taş çıkartacak bir cesaret, dudaklarında bıçak gibi keskin bir öfke. Bu öfke lejyonerlerin kılıcına dönüşerek, kadın, çocuk demeden tam otuz bin isyancının canını almıştı. Bu öfke Jüstinyen'i isyanın sarhoş ettiği kitlelerin avucundan kurtarmıştı. Çünkü o, kadınların en hırslısıydı, en acımasızı, en gözü kara olanı. Çünkü o, İmparator'a Tanrı'nın bir armağanıydı.

Teodora'nın yanında Ayasofya'ya bakıyordu Jüstinyen. Yüreğinden korkuyu, aklından kararsızlığı çekip alan kadının yanında. Etrafı ihanetlerle çevrilmişken, ona sadakatlerin en değerlisini sunan sevgilisin yanında. Umutsuzluk elini ayağını bağlamışken onu bağlarından kurtaran tanrıçanın yanında. Tanrı yollamıştı onu İmparator'a. Ayaklanmada Tanrı'nın işiydi kuşkusuz. Konstantinopolus'in yakılması da. Eğer o sefiller tarafından yıkılmasaydı, Jüstinyen nasıl yeniden yaratabilirdi bu kenti küllerinden.

Ayasofya'ya bakıyordu İmparator, İmparatoriçesinin yanında. Tanrı'ya adamıştı tapınağı, onun yaptığı iyiliklere bir bedel olarak. Çünkü gerçek hükmün sahibi göksel kraldı. Tanrı'nın sınırsız krallığının yanında, yeryüzündeki İmparatorluğun ne hükmü olabilirdi? Ama karşısındaki bu büyüleyici güzelliğe, bu devasa uyuma, gökyüzüne asılıymış gibi duran bu muhteşem mabede bakarken bir an kendini yitirdi, kapıldığı gurur Tanrı'yı da, onun göksel krallığını da unutturdu. Ve yeryüzündeki ilk tapınağı yapan Yahudilerin kralı Süleyman Peygamber'e şöyle söyledi :
'' Görüyor musun ey Süleyman, seni geçtim.''

Tapınağa bakıyordu İmparator, onu ölümsüz kılacak olan en görkemli mabede. Ayasofya'ya...

İstanbul Hatırası Ahmet Ümit Everest Yayınları 2010 Haziran

21 Temmuz 2010 Çarşamba

Buika...O Tarifsiz Tını İstanbul'dan Geçti...

17.Uluslararası İstanbul Caz Festival'i kapsamında İstanbul'a gelen Buika, bu gece Sepetçiler Kasrı'ndaydı..

http://kitapfilmhaber.blogspot.com/2010/03/bir-muhtesem-sesconcha-buika.html

Bilet bulurum umuduyla kapıda bekleşen bir çok kişinin elleri boş döndüğü oldukça kalabalık bir konserdi. Sepetçiler Kasrı'nın o güzelim ambiansı, Buika'nın sesi ve sahne performansı, sıcacık içten tavırlarıyla fantastik bir hikayeye bürünüvermişti gece.

İçimi titreten...büyüleyen o muhteşem ses karşımdaydı ve ben birkez daha büyülenmiştim.
Buika 22:30 a doğru sahne aldı. Fado, Flamenko ve Cazz'la harmanladığı müziği ve o muhteşem sesi İstanbul'a nasılda yakıştı.
Bir saat kadar süren, kısacık gelen bir rüyaydı. Hani tadı damağınızda kalır da,tekrar tekrar görsem diyeceğimiz türden.
Gerçi heyecandan ve içimdeki coşkudan çekimler pek başarılı değil ama bir kaç görüntüsünü paylaşmak istedim.
Gülbin Tatlıağız

17 Temmuz 2010 Cumartesi

Viya...

Yelken'le yaptığımız her seyir tatildeymişim keyfi yaşatıyor...

16 Temmuz 2010 Cuma

ÜÇ AYNALI KIRK ODA - MURATHAN MUNGAN

"Aşk, sevdiğimiz kişinin mazisini de ele geçirmemizi ister bizden...Aşk, birlikte yaşanmamış zamanları da ele geçirmek ister."
"Bazı anlarda yüzün aldığı bir ifade, sevenin belleğinde sonsuzlaşır, insan o ifadeyi her şeyden çok daha fazla özler. O yüzün sahibiyle günün birinde darıldıktan, ayrıldıktan, hatta ondan nefret ettikten sonra bile, o ifadeyi özler. Bir andır o, ama bütün zamanlara siner."


''Yol değil, yolculuktur önemli olan.
Nasıl yolculuk ettiğindir, nerede durduğun,...
nerede mola verdiğin,
ne zaman yoluna devam ettiğin,
hangi sapakları kullandığın,
hangi dönemeçleri aldığın,
ne zaman yavaşlayıp,
ne zaman hızlandığındır.
Kiminle yolculuk ettiğin de önemlidir elbet,
yoluna çıkanlara ne yaptığındır,
kimleri yoldan çıkardığındır,
yolunu kesenlere biçtiğin kaderdir...''



"Aşk sözkonusu olduğunda bilmek yetmiyor, bilmek değiştirmiyor, aşk kendi yasalarını istiyor sizden... aşk bilinç dinlemiyor.Aşkın kendine özgü bir bilinci ve o tuhaf bilincin kendince yasaları var. Tarife gelmeyen yasaları. Emirleri o veriyor...

"
Murathan Mungan

12 Temmuz 2010 Pazartesi

Beyoğlu Rapsodisi

Nihayett!
Artık huzura ve kitaplarıma kavuştum.

Bunca yoğunluğun, yorgunluğun ve stresin ardından oyunun başarıyla sahnelenmesinin sonunda;

Başladığımdan beri her sayfasını heyecanla çevirdiğim Ahmet Ümit'in ''Beyoğlu Rapsodisi''ni bitirdim.
Bab-ı Esrar ve Patasana ile başlamıştım Ahmet Ümit okumaya.
Beyoğlu Rapsodisi'nden sonra polisiye de en başyazarım oldu...

Müthiş bir zeka ancak bu kadar güzel bir kurgu yaratabilir.
Yazacak çok şey var bu kitap için ama içimden coşanlar bir ipucu verir ve sizde yaratacağı heyecanı söndürür korkusuyla yazamıyorum.

Kurgunun o muhteşem polisiyesinin dışından sadece şunu söyleyebilirim ki;
eğer bir istanbul aşığı ve Beyoğlu sevdalısıysanız...bu kitabı okuduktan sonra, gökkuşağı bezeli bu şehrin kalbinin attığı Beyoğlu'nun şimdi ve geçmişinin, her sokağının, hemen hemen her binasının, oraya has tiplerinin, barlarının, hatta hatta kaldırımlarının bile içinde bulacaksınız kendinizi.

''Kenan'dan ayrılıp, ünlü Levanten mimar Alexandre Vallaury'nin yaptığı, bugün İnci Pastanesi, Emek ve İpek Sinemalarını kapsayan, ne yazık ki büyük bir bölümü kullanılmayan, Beyoğlu'nun en muhteşem yapılarından biri olan Cercle d'Orient binasının yanından Yeşilçam Sokağı'na girdim. Hala Beyoğlu'nun en güzel sineması olan Emek'in önünden geçerken, gösterimdeki filme baktım.Başrollerini Richard Gere ile Winona Ryder'ın oynadığı duygusal bir filmdi. Geçen gün Gülriz'le muhallebicide yaptığımız sohbeti hatırladım. Gülriz'i alıp bir akşam gelmeliydi.''

Mutlaka ama mutlaka okuyun derim!

Ben son kitabı ''İstanbul Hatırası''nın sayfalarını çevirmeye başladım bile...
Gülbin Tatlıağız

9 Temmuz 2010 Cuma

Ve Sahneee....

Oyunumuzu izlemek isterseniz aşağıdaki linke tıklayıp, şifre olarak ''tiyatro'' yazarak ulaşabilirsiniz.

http://tr.elapro.tv/MusterilereOzel-143/Dogus-Tiyatro

7 Temmuz Çarşamba Beyoğlu Muammer Karaca Sahnesi Provalar...

7 Temmuz 2010 ÇarşambaBeyoğlu Muammer Karaca Sahnesi Oyunumuz ...

Marcus Lycus
Tüm Ekip
Oyundan bir sahne
Ve selamlama anı...

Her şey Aralık ayında ''Garanti Emeklilik''in ''Hobimle Mutluyum'' hobi klübünden gelen bir maille başladı. ''Sahnedeyim'' adlı bir projesinin tanıtımı idi bu mail.Tiyatro izlemeyi çok severim ama hiç sahnede olmayı düşünmemiş yada hayal bile etmemiştim.
Neden olmasın?
Yaşamımda güzel bir anı kalırdı...

Şirketten arkadaşım Sermin'e de haber verdim ve beraberce başladık.
Dört aylık sunulan bu proje ''Ekol Drama Sanatevi''nin organizasyonsuzluğu, bizi sahneye hazırlayacak olan yönetmenin, erkek ağırlıklı bir oyunu bizim gibi kadın ağırlıklı bir gruba oynatma ısrarı, alakasız ve zamanı bol bol kendi diğer işlerine harcaması nedeniyle, haftanın iki günü işten çıkıp, yorgun argın sadece keyif alırız umuduyla başladığımız hobimiz 6. ayın ortalarına gelmemize rağmen ilerleyememiş ve fobi halini almaya başlamıştı.

Sonunda isyan ettik!
Ya bu projeyi sonlandırmadan hepimiz bırakacaktık ya da yeni bir yönetmenle en kısa sürede tamamlayacaktık.
Bu projeyi bize sunan iki firma ile toplantılar yaptık ve son 15 günde bize katılıp,haftanın beş günü özenle çalıştırarak, sonuca ulaşmamızı Yönetmenimiz Sn.Kadir Kandemir sağladı.

Dekorlarından, kostümüne kadar her bir noktasında bir ekip olarak çalıştığımız, ''Dün Gece Yolda Giderken Komik Bir Şey Oldu''adlı oyunumuzu, 3 Temmuz 2010 Cumartesi Cevahir'deki Devlet Tiyatrosu Sahnesi'nde, ikinci oyunumuzu da 7 Temmuz 2010 Çarşamba Akşamı Beyoğlu MuammerKaraca Tiyatrosu'nda sahneledik.

Güzel bir oyun oldu.
Sonuçtan seyirciler de, yönetmenimiz de memnun kaldı.

Bu kadar aksiliğe rağmen sahnede olmak, bu deneyimi yaşamak ve sonucun başarısı her şeye değdi aslında....

Artık mutlu ve huzurluyum...

Gülbin Tatlıağız

Bilgi: Oyunu Türkiye'de Haldun Dormen sahnelemiş.

http://www.haberturk.com/haber/haber/136278-dun-gece-yolda-giderken-cok-komik-bir-sey-oldu

http://www.tiyatrodunyasi.com/haberdetay.asp?haberno=1742

http://www.ortadogugazetesi.net/haber.php?haber=-39dun-gece-yolda-giderken-komik-bir-sey-oldu-39&id=12216