31 Temmuz 2010 Cumartesi

Çookk Eskilerden

Nerden takılmışsa bir şarkı dudaklarımda...



zerrin özer yoksun sen
Yükleyen sealee. - DiÄ�er müzik videolarına göz atın.

29 Temmuz 2010 Perşembe

İstanbul Hatırası...

Yeri göğü kutsallıkla bezenmiş, uğruna nice kanlar dökülmüş, nice imparatorlara şeref , gurur ve güç kazandırmış, en eski, en gözde, en göz konulan,bitmez tükenmez açlıkla yağmalanmasına rağmen hala en güzel ve en baştan çıkarıcı , büyüleyici kentin, aziz İstanbul'un kuruluşundan itibaren adımlarınızı, elinize sunulan tarih ve bilgi meşalesiyle Kral Byzas'tan,İmparator Contantinus'a, II. Teodosius'a, Iustinianus'a, Fatih Sultan Mehmet'e, Kanuni Sultan Süleyman'a doğru bin yıl ,bin yıl atarak, sayfalarını turlamaya doyamayacağınız bir kitap İstanbul Hatırası.

Hele İstanbul yaşadığınız şehirse ve o aziz şehre arada bir tepeden bakma şansına sahipseniz bu kitabı okuduktan sonra daha bir anlam katarsınız onun gül çehresine...

İnsanoğlunun başına gelecek darbelerden en büyüğünü yaşatırsa hayat birgün size, oğlunuzu, kızınızı veya çok sevdiğiniz eşinizi elinizden alıp acılarınızla, vicdanınızla yapayanlız bırakırsa... hayata tutunmak, hayallere tutunmakla mı olur sizin için?
Yoksa intikam mı anlam kazanır yaşamanız için ?
Sönen anıların, ölen hayallerin, yıkılan düşlerin, en derin, en gizli duygularında gezinecebileceğiniz bir kitap İstanbul Hatırası.

Vermek istenen mesajlarla işlenen seri cinayetlerin, ölenlerin gözlerindeki sırların, avuçlarının içindeki sikkelerin, cansız bedenlerinin konuluş şeklindeki okların yönünde ipuçlarını çözümlemeye çalışılan polislerle birlikte, katili bulmak için uykularınızı kaçıracağınız bir kitap İstanbul Hatırası.

Yedi Hükümdar, Yedi Kurban, Yedi Sikke, Yedi Kadim Mekan...Bu şehrin gizemli tarihinin kitabı
İstanbul Hatırası .

İlk okumaya başladığınızda Dan Brown'un ''Da Vinci Şifresi''nden esinlenilmiş gibi gelse de kısa bir süre sonra bu ön yargıyı tamamen yok ediyor anlatım.

Sonu bana ''Beyoğlu Rapsodisi''ndeki o muhteşem vuruşu yapmasa da tarihe ve polisiye hikayelere meraklısıysanız okumaya çok değer bir kitap.

Mutlaka okuyun derim...

Gülbin Tatlıağız

Küllerinden Doğan Kent
Iustinianus'un Konstantinopolis'i


Ayasofya'ya bakıyordu İmparator. Yeryüzünün en görkemli mabedine. Gökyüzünde asılı kutsal bir bulutmuş gibi Konstantinopolis'i kötülüklerden koruyan tapınağa. Işığını Tanrı'dan alan büyük anıta. Yüceliğiyle sadece kendisini değil, üzerinde yükseldiği kenti de benzersiz kılan mucizevi yapıya. İnsan aklıyla insan ruhunun birleşiminden doğan göksel mekana. O güne dek yapılmış tapınakların en büyüğüne, en genişine, en yükseğine, en aydınlığına...Ayasofya'ya...

Ayasofya'ya bakıyordu İmparator Jüstinyen. Kutsal olanla bilge olanın birliğine. Ancak inançlı ruhların yaratabileceği güzelliğe. Hükmünü yitirmiş tanrıların tapınaklarıyla süslü Konstantinopolis'in artık sadece Hristiyan tanrısının kenti olduğunu kanıtlayan yapıya. Tanrının yücelttiği bu kentin Tanrı'ya sunduğu yüce mabede. Konstantinopolis'in Romalı görünümünü yeni dinin dokunuşlarıyla benzersiz bir biçime dönüştüren yapıların en görkemlisine. İmparatorluğun kudretini, zerafetini, ihtişamını ve zenginliğini gözler önüne sunan Tanrı evine.

Tanrı'nın evine bakıyordu Jüstinyen. Tanrı hep iyi davranmıştı ona. Soylu biri değilken sarayın yolunu açmıştı. Daha imparator bile olmadan Rama'nın kaderini belirleyen biri yapmıştı onu. İmparator amcası Justin'in arkasındaki gizli güçtü Jüstinyen. İmparatorluğun gerçek aklı, gerçek yüreği, gerçek cesareti ve vicdanıydı. Tanrı hep iyi davranmıştı ona. Jüstinyen korktuğu anlarda bile cömertlik görmüştü Tanrı'dan. Ki Tanrı korkakları sevmezdi. En büyük yanlışlarında bile terk etmemişti onu. Ki Tanrı aptalları sevmezdi. En ahlaksız davranışlarına bile kızmamıştı. Ki Tanrı soysuzları sevmezdi. Ama hiç kuşkusuz Tanrı'dan gelen en değerli armağan, Teodora'ydı.

Tanrıya sunduğu tapınağa bakıyordu Jüstinyen. Teodora yanındaydı. Tanrı'ya duyduğu şükranın bir belirtisi, bu muhteşem tapınaksa, öteki, ince uzun bir selvi gibi yanında dikilen Teodora'ydı. İmparatorluk kan kırmızı, enfes bir elmaysa, yarısı Jüstinyen'di, yarısı Teodora. Bizzat Tanrı fısıldamıştı bunu Jüstinyen'in kulağına. Tanrı'dan gelen bu dişi armağanı kutsal bir emanet gibi koruyordu Jüstinyen. Oysa Kudüs'ten gelmemişti Teodora. Kutsallıkla hiç bir ilgisi yoktu geldiği yerin. Roma İmparatoriçeliğinden önce Roma kerhanelerinin imparatoriçesiydi Teodora. Roma sahnelerinin baş döndüren dansçısı. Roma batakhanelerinin taçsız kraliçesi.

Teodora yanındaydı Jüstinyen'in. Konstantinopolis kışının en mutlu günüydü. Tapınak tamamlanmıştı. Beş yıl süren çalışma sona ermiş, beş yıllık hır, zeka ve emek, yepyeni bir kilise olarak kendini göstermişti bu eski kentin ortasında. Beş yıllık düşlerine bakıyorlardı İmparator ve İmparotoriçe. Birbirini deli gibi sven iki aşık, birbirine tutkuyla bağlı iki insan, birbirine inanan iki can yoldaşı. Teodora'nın eli, Jüstinyen'in avucundaydı. Dünyanın kötülüklerinden korunmak için imparatorun kudretli avucuna sığınan bir kuş gibi. Ama kimin kime sığındığı belirsizdi. Teodora sokaklardan geliyordu. Sokaklar Roma devletinin yüksek terbiyesiyle büyüyen bir imparatorun öğreneceğinden çok daha fazlasını öğretmişti ona. Teodora olmasaydı Jüstinyen olmazdı. Jüstinyen olmasaydı ne Roma yeniden altın çağını yaşayabilir, ne de Konstantinopolis küllerinden doğabilirdi.
Teodora, Ayasofya'ya bakıyordu Jüstinyen'in yanında.Roma kerhanelerinde anlamıştı insanoğlunun alçaklığını. Romalı askerlerin çadırlarında farkına varmıştı bu büyük acımasızlığın. Romalı asillerin yatağında öğrenmişti insanoğlunun ikiyüzlülüğünü. Bu yüzden Konstantinopolis'in halkı ayaklandığında hiç heyecenlenmedı. Romalı asiller onlara katıldığında hiç şaşırmadı. Halk, Konstantinopolis'i ateşe verdiğinde hiç korkmadı. Jüstinyen kaçmak istediğinde bile korkmadı. Zerafetini hiç yitirmeden tuttu imparatorun ellerinden. Kendi oğlunun gözlerinin içine bakar gibi baktı kocasının gözlerine. Yumuşak ama kesin bir ifadeyle şöyle dedi :
'' Sen İmparatorsun, ölmek daha çok yüceltir seni kaçmaktan.
Ama daha iyi bir yol var ölmekten : Öldürmek. ''

Jüstinyen'in yanında ikinci bir hükümdar gibi dikmişti gözlerini yeryüzünün en büyük tapınağına Teodora. İnce yüzünde sınırsız bir kibir, soğuk gözlerinde değme savaşçılara taş çıkartacak bir cesaret, dudaklarında bıçak gibi keskin bir öfke. Bu öfke lejyonerlerin kılıcına dönüşerek, kadın, çocuk demeden tam otuz bin isyancının canını almıştı. Bu öfke Jüstinyen'i isyanın sarhoş ettiği kitlelerin avucundan kurtarmıştı. Çünkü o, kadınların en hırslısıydı, en acımasızı, en gözü kara olanı. Çünkü o, İmparator'a Tanrı'nın bir armağanıydı.

Teodora'nın yanında Ayasofya'ya bakıyordu Jüstinyen. Yüreğinden korkuyu, aklından kararsızlığı çekip alan kadının yanında. Etrafı ihanetlerle çevrilmişken, ona sadakatlerin en değerlisini sunan sevgilisin yanında. Umutsuzluk elini ayağını bağlamışken onu bağlarından kurtaran tanrıçanın yanında. Tanrı yollamıştı onu İmparator'a. Ayaklanmada Tanrı'nın işiydi kuşkusuz. Konstantinopolus'in yakılması da. Eğer o sefiller tarafından yıkılmasaydı, Jüstinyen nasıl yeniden yaratabilirdi bu kenti küllerinden.

Ayasofya'ya bakıyordu İmparator, İmparatoriçesinin yanında. Tanrı'ya adamıştı tapınağı, onun yaptığı iyiliklere bir bedel olarak. Çünkü gerçek hükmün sahibi göksel kraldı. Tanrı'nın sınırsız krallığının yanında, yeryüzündeki İmparatorluğun ne hükmü olabilirdi? Ama karşısındaki bu büyüleyici güzelliğe, bu devasa uyuma, gökyüzüne asılıymış gibi duran bu muhteşem mabede bakarken bir an kendini yitirdi, kapıldığı gurur Tanrı'yı da, onun göksel krallığını da unutturdu. Ve yeryüzündeki ilk tapınağı yapan Yahudilerin kralı Süleyman Peygamber'e şöyle söyledi :
'' Görüyor musun ey Süleyman, seni geçtim.''

Tapınağa bakıyordu İmparator, onu ölümsüz kılacak olan en görkemli mabede. Ayasofya'ya...

İstanbul Hatırası Ahmet Ümit Everest Yayınları 2010 Haziran

21 Temmuz 2010 Çarşamba

Buika...O Tarifsiz Tını İstanbul'dan Geçti...

17.Uluslararası İstanbul Caz Festival'i kapsamında İstanbul'a gelen Buika, bu gece Sepetçiler Kasrı'ndaydı..

http://kitapfilmhaber.blogspot.com/2010/03/bir-muhtesem-sesconcha-buika.html

Bilet bulurum umuduyla kapıda bekleşen bir çok kişinin elleri boş döndüğü oldukça kalabalık bir konserdi. Sepetçiler Kasrı'nın o güzelim ambiansı, Buika'nın sesi ve sahne performansı, sıcacık içten tavırlarıyla fantastik bir hikayeye bürünüvermişti gece.

İçimi titreten...büyüleyen o muhteşem ses karşımdaydı ve ben birkez daha büyülenmiştim.
Buika 22:30 a doğru sahne aldı. Fado, Flamenko ve Cazz'la harmanladığı müziği ve o muhteşem sesi İstanbul'a nasılda yakıştı.
Bir saat kadar süren, kısacık gelen bir rüyaydı. Hani tadı damağınızda kalır da,tekrar tekrar görsem diyeceğimiz türden.
Gerçi heyecandan ve içimdeki coşkudan çekimler pek başarılı değil ama bir kaç görüntüsünü paylaşmak istedim.
Gülbin Tatlıağız

17 Temmuz 2010 Cumartesi

Viya...

Yelken'le yaptığımız her seyir tatildeymişim keyfi yaşatıyor...

16 Temmuz 2010 Cuma

ÜÇ AYNALI KIRK ODA - MURATHAN MUNGAN

"Aşk, sevdiğimiz kişinin mazisini de ele geçirmemizi ister bizden...Aşk, birlikte yaşanmamış zamanları da ele geçirmek ister."
"Bazı anlarda yüzün aldığı bir ifade, sevenin belleğinde sonsuzlaşır, insan o ifadeyi her şeyden çok daha fazla özler. O yüzün sahibiyle günün birinde darıldıktan, ayrıldıktan, hatta ondan nefret ettikten sonra bile, o ifadeyi özler. Bir andır o, ama bütün zamanlara siner."


''Yol değil, yolculuktur önemli olan.
Nasıl yolculuk ettiğindir, nerede durduğun,...
nerede mola verdiğin,
ne zaman yoluna devam ettiğin,
hangi sapakları kullandığın,
hangi dönemeçleri aldığın,
ne zaman yavaşlayıp,
ne zaman hızlandığındır.
Kiminle yolculuk ettiğin de önemlidir elbet,
yoluna çıkanlara ne yaptığındır,
kimleri yoldan çıkardığındır,
yolunu kesenlere biçtiğin kaderdir...''



"Aşk sözkonusu olduğunda bilmek yetmiyor, bilmek değiştirmiyor, aşk kendi yasalarını istiyor sizden... aşk bilinç dinlemiyor.Aşkın kendine özgü bir bilinci ve o tuhaf bilincin kendince yasaları var. Tarife gelmeyen yasaları. Emirleri o veriyor...

"
Murathan Mungan

12 Temmuz 2010 Pazartesi

Beyoğlu Rapsodisi

Nihayett!
Artık huzura ve kitaplarıma kavuştum.

Bunca yoğunluğun, yorgunluğun ve stresin ardından oyunun başarıyla sahnelenmesinin sonunda;

Başladığımdan beri her sayfasını heyecanla çevirdiğim Ahmet Ümit'in ''Beyoğlu Rapsodisi''ni bitirdim.
Bab-ı Esrar ve Patasana ile başlamıştım Ahmet Ümit okumaya.
Beyoğlu Rapsodisi'nden sonra polisiye de en başyazarım oldu...

Müthiş bir zeka ancak bu kadar güzel bir kurgu yaratabilir.
Yazacak çok şey var bu kitap için ama içimden coşanlar bir ipucu verir ve sizde yaratacağı heyecanı söndürür korkusuyla yazamıyorum.

Kurgunun o muhteşem polisiyesinin dışından sadece şunu söyleyebilirim ki;
eğer bir istanbul aşığı ve Beyoğlu sevdalısıysanız...bu kitabı okuduktan sonra, gökkuşağı bezeli bu şehrin kalbinin attığı Beyoğlu'nun şimdi ve geçmişinin, her sokağının, hemen hemen her binasının, oraya has tiplerinin, barlarının, hatta hatta kaldırımlarının bile içinde bulacaksınız kendinizi.

''Kenan'dan ayrılıp, ünlü Levanten mimar Alexandre Vallaury'nin yaptığı, bugün İnci Pastanesi, Emek ve İpek Sinemalarını kapsayan, ne yazık ki büyük bir bölümü kullanılmayan, Beyoğlu'nun en muhteşem yapılarından biri olan Cercle d'Orient binasının yanından Yeşilçam Sokağı'na girdim. Hala Beyoğlu'nun en güzel sineması olan Emek'in önünden geçerken, gösterimdeki filme baktım.Başrollerini Richard Gere ile Winona Ryder'ın oynadığı duygusal bir filmdi. Geçen gün Gülriz'le muhallebicide yaptığımız sohbeti hatırladım. Gülriz'i alıp bir akşam gelmeliydi.''

Mutlaka ama mutlaka okuyun derim!

Ben son kitabı ''İstanbul Hatırası''nın sayfalarını çevirmeye başladım bile...
Gülbin Tatlıağız

9 Temmuz 2010 Cuma

Ve Sahneee....

Oyunumuzu izlemek isterseniz aşağıdaki linke tıklayıp, şifre olarak ''tiyatro'' yazarak ulaşabilirsiniz.

http://tr.elapro.tv/MusterilereOzel-143/Dogus-Tiyatro

7 Temmuz Çarşamba Beyoğlu Muammer Karaca Sahnesi Provalar...

7 Temmuz 2010 ÇarşambaBeyoğlu Muammer Karaca Sahnesi Oyunumuz ...

Marcus Lycus
Tüm Ekip
Oyundan bir sahne
Ve selamlama anı...

Her şey Aralık ayında ''Garanti Emeklilik''in ''Hobimle Mutluyum'' hobi klübünden gelen bir maille başladı. ''Sahnedeyim'' adlı bir projesinin tanıtımı idi bu mail.Tiyatro izlemeyi çok severim ama hiç sahnede olmayı düşünmemiş yada hayal bile etmemiştim.
Neden olmasın?
Yaşamımda güzel bir anı kalırdı...

Şirketten arkadaşım Sermin'e de haber verdim ve beraberce başladık.
Dört aylık sunulan bu proje ''Ekol Drama Sanatevi''nin organizasyonsuzluğu, bizi sahneye hazırlayacak olan yönetmenin, erkek ağırlıklı bir oyunu bizim gibi kadın ağırlıklı bir gruba oynatma ısrarı, alakasız ve zamanı bol bol kendi diğer işlerine harcaması nedeniyle, haftanın iki günü işten çıkıp, yorgun argın sadece keyif alırız umuduyla başladığımız hobimiz 6. ayın ortalarına gelmemize rağmen ilerleyememiş ve fobi halini almaya başlamıştı.

Sonunda isyan ettik!
Ya bu projeyi sonlandırmadan hepimiz bırakacaktık ya da yeni bir yönetmenle en kısa sürede tamamlayacaktık.
Bu projeyi bize sunan iki firma ile toplantılar yaptık ve son 15 günde bize katılıp,haftanın beş günü özenle çalıştırarak, sonuca ulaşmamızı Yönetmenimiz Sn.Kadir Kandemir sağladı.

Dekorlarından, kostümüne kadar her bir noktasında bir ekip olarak çalıştığımız, ''Dün Gece Yolda Giderken Komik Bir Şey Oldu''adlı oyunumuzu, 3 Temmuz 2010 Cumartesi Cevahir'deki Devlet Tiyatrosu Sahnesi'nde, ikinci oyunumuzu da 7 Temmuz 2010 Çarşamba Akşamı Beyoğlu MuammerKaraca Tiyatrosu'nda sahneledik.

Güzel bir oyun oldu.
Sonuçtan seyirciler de, yönetmenimiz de memnun kaldı.

Bu kadar aksiliğe rağmen sahnede olmak, bu deneyimi yaşamak ve sonucun başarısı her şeye değdi aslında....

Artık mutlu ve huzurluyum...

Gülbin Tatlıağız

Bilgi: Oyunu Türkiye'de Haldun Dormen sahnelemiş.

http://www.haberturk.com/haber/haber/136278-dun-gece-yolda-giderken-cok-komik-bir-sey-oldu

http://www.tiyatrodunyasi.com/haberdetay.asp?haberno=1742

http://www.ortadogugazetesi.net/haber.php?haber=-39dun-gece-yolda-giderken-komik-bir-sey-oldu-39&id=12216

1 Temmuz 2010 Perşembe

Komedi...