29 Mayıs 2010 Cumartesi

Yaz Geldi !

Bir çoğumuz tatil planlarımızı yaptık bile...

Okumaya çok meraklı bir millet değiliz ama, tatile çıkarken hemen hemen hepimiz bavulumuza veya çantamıza kalacağımız zamana göre birkaç kitap koyarız.

Peki siz bu seneki tatil planlarınızı yaparken, yanınıza alacağınız kitapları da belirlediniz mi?

Vatan Gazetesi'nin kitap eki seçtiği bir kaç yazar, programcı ve yayın sektöründen kişilerle tatilleri sırasında yanlarına hangi kitapları almayı tercih ettikleri ile ilgili bir röportaj yapmış. Bir tanesine bakalım mı hep birlikte ;

BUKET UZUNER

''Samimi olarak, yazın hafif, kışın daha ağır kitap okumak gibi yaklaşımların ancak şaka olduğunu düşünürüm. Kitaplar aynen yemeklere benzer. Kalteli malzemeyle, emekle, gelenekle hazırlanmış, lezzetli yemeklerle beslenen birini kötü ''fast food'' kesmez. Bu yüzden ben yola çıkarken kitabı kalınlığına ve türüne göre değil, yazarına ve konusuna göre seçerim.
Çeviri kitap seçimimde çok çok önemli bir kıstastır. Çeviri alırken mutlaka çevirmenin kim olduğuna bakarım. Bazan yazarlardan çok, Ülker İnce, İlknur Özdemir, Roza Hakmen, Ahmet Cemal gibi iyi çevirmenler yüzünden kitap almışlığım bile olmuştur.''

Buker Uzuner'in Tatil için kitap seçimi;
Hafta Sonu Tatili ;
Soğuk Kazı / Birhan Keskin / Metis Yayıncılık
Bu Yalan Tango / Selim İleri / Everest Yayınları

Tatil Köyü veya üç günden uzun süren tatiller;
Halide Edip / İpek Çalışlar / Everest Yayınları

Kültür ve Doğa Gezileri;
Paranın Cinleri / Murathan Mungan / Metis Yayıncılık
Yerüzünde Bir Sürgün / Juan Goytisolo / Metis Yayıncılık

Yurt Dışı tatilleri ;
İncir Tarihi / Faruk Duman / Can Yayınları
Bir Buluşma / Milan Kundera / Can Yayınları
Rubailer / Ömer Hayyam / Everest Yayınları

Ben genelde hafta sonu veya uzun tatillerde okumayı bitirmediysem öncelikle o kitabımı çantama atar, tatil süresine göre de alacağım kitabı veya kitapları belirleyip valizime yerleştiririm.
Üç günü geçecek tatillerimde öncelik roman ve biografilerin olur.
Bu sene iznimi iki haftalık bir süreyi bölmeden kullanabileceğim için, yanıma en az üç kitap almayı düşünüyorum.

Seçtiklerim ;

Sevgili John / Nicholas Sparks / Artemis Yayınları

Küçük Arı / Chris Cleave / Pegasus Yayınları


Macar Tefrika-i Müteferrika / İnkilap


Ya sizinkiler ?

Benimle paylaşırmısınız ?

Gülbin Tatlıağız

25 Mayıs 2010 Salı

Türkiye Nükleer İstemiyor !!!

Destek olmak için http://nukleer.greenpeace.org adresine girip dilekçeyi gönderiyorsunuz.

Teşekkürlerrr

Türkiye nükleer istemiyor

Teşekkürler

Sayın Gülbin Tatlıağız,

Nükleer enerjiye karşı başlattığımız kampanyada bizle beraber olduğunuz için teşekkür ederiz. Bu mücadelede sizinle yan yana durmak bize güç veriyor ve aramıza katılan her yeni kişi inancımızı artırıyor.

Eğer daha fazlasını yapmak istiyorsanız, kampanyamızı Facebook

'ta ve Twitter
'da arkadaşlarınızla paylaşabilir, dilerseniz bize maddi destek verebilirsiniz
.

Yeşil, barış ve huzur dolu bir yaşam dileğiyle

Greenpeace Akdeniz


e-posta Arkadaşlarına e-postayla gönder



Facebook Facebook'ta paylaş


Twitter Twitter'da paylaş





bilgi.tr
@greenpeace.org
Tel: (212) 292 76 19

Blog Hediyesi :)

Hediyeler ve mutlu haberler günümdü bugün...
Emek Sineması ile ilgili aldığım o güzel haber,Sevgili Gül'ün güzelim hediyesi ve tam yatmaya hazırlanırken http://sukriyem.blogspot.com dan aldığım bu güzel hediye.

http://sukriyem.blogspot.com/2010/05/tatlicilaaar-o.html

Tekrar teşekkürler ve sevgiler :0)

24 Mayıs 2010 Pazartesi

Kitap Ayracı...Amsterdam hediyesi


Kitap Ayraçları en sevdiğim hediyelerin başında geliyor ve ufak bir kolleksiyon oluşmaya başladı bile :)

Çok sevgili dostum Gül, Amsterdam dönüşünde bu güzelim kitap ayracını getirmiş bana.
Lale şeklindeki ayracın malzemesi tahta.
Öyle güzel ve zarif ki.



Lale her yere yakışır ama en çok İstanbul'a, İstanbul'la ilgili her şeye yakışıyor bence.

Tekrar teşekkür ederim sevgili dostum bu güzelim hediyen için...

Gülbin Tatlıağız

Emek Sineması Mücadelesi'nde İlk Başarı !!!

Yılmadan, Sonuna kadar...,İnanç !!!
Yılmadan, Sonuna kadar...Mücadele !!!

Mart Ayı'ndan beri Festival'de Emek Sineması'na yer verilmeyişinin, Emek Sineması'nın kapatılması ve yıkılması ile ilgili kararın, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun onayından geçtiğinin duyulması ile başlayan mücadelemiz bugün aldığımız güzel haberle ilk çiçeğini açtı...

Başta Facebook da bir platform ve www.emeksinemasiniyasatalim.org adlı web sitesiyle bu konunun bir çok insana duyurulması için inançla, yılmadan mücadele eden,
Sn.Mehmet Kurtkaya olmak üzere, imzaları, Festival'de alkışları, ve herkese duyurulması için verdikleri desteklerle katkıda bulunan binlerce sinemasever için bir başarının ilk adımı.

Müjde, ''Tarihi Emek Sineması''nın yıkılmasına karşı olan, biz İstanbul'u, İstanbul'un tarihi dokusunu önemseyen, seven Sinemaseverler olarak başlattığımız İmza Kampanyası ile katkıda bulunduğumuz bu süreç için, başından beri konuyu yargıya götüren Mimarlar Odası'nın bugünkü Basın Açıklaması ile geldi.

Bu açıklama, hiç kaybetmediğimiz inançımız ve yılmadan sonuna kadar götüreceğimiz mücadelemizde yüreğimizi çoşkuyla doldurdu.

Ama evet bu bir başlangıç...
Yola ilk çıktığımız günkü gibi heyecan ve istekle devam etmeliyiz.
Sonuna kadar !
Emek Sineması bir Sinema Merkezi haline gelene kadar !



Basın Açıklaması;
Emek Sinemasının yıkımını öngören projeyi onaylayan kurul kararına açmış olduğumuz davada İstanbul 9. İdare Mahkemesi 12.05.2010 tarihinde yürütmeyi durdurma kararı verdi.



Sinema kenti Beyoğlu'nda bir bir yok edilen sinemalar arasına katılmak istenen Emek Sineması Kültür ve Turizm Bakanlığı İstanbul Yenileme Alanları Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Yenileme Kurulu'nun 17.09.2009 gün ve 954 sayılı ve 09.10.2009 gün ve 973 sayılı kararı ve eki avan projelerin iptali ve öncelikle yürütmenin durdurulası istemli açtığımız davada T.C. İstanbul 9. İdare Mahkemesi, 2010/448 ESAS no.lu kararında " Dava konusu işlem, uygulanması halinde telafisi güç veya imkansız zararlar doğurabileceğinden, mahallinde keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırıldıktan sonra bu konuda yeniden bir karar verilinceye kadar 2577 Sayılı Yasanın 27.maddesi uyarınca teminat alınmaksızın yürütmenin durdurulmasına, 12/05/2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi." demektedir.

Kamuoyuna duyurulur.

Saygılarımızla,

Mimarlar Odası
İstanbul Büyükkent Şubesi

Ben bu ilk başarımız için, katkıda bulunan herkesi tebrik ediyor ve ALKIŞLIYORUM !

Gülbin Tatlıağız.


23 Mayıs 2010 Pazar

''Altın Palmiye Ödülleri Belli Oldu''

63. Uluslararası Cannes Film Festivalinde Altın Palmiye, Taylandlı yönetmen Apichatpong Weerasethakul’un “Uncle Boonmee Who Can Recall His Past Lives” filminin oldu.


Jüri Başkanlığı'nı Amerikalı yönetmen Tim Burton’un yaptığı festival'de, Büyük Ödül Fransız yönetmen Xavier Beauvois’nın “Of Gods and Men” filmine verildi.


Jüri ödülü, Çadlı yönetmen Muhammed Salih Harun’un “A Screaming Man” filminin oldu.

En iyi yönetmen ''On Tour” filmiyle Fransız Mathieu Amalric

En iyi erkek oyuncu ödülünü “Biutiful” filmindeki rolüyle Javier Bardem ile “La Nostra Vita”daki performansıyla Elio Germano paylaştı

En iyi kadın oyuncu ödülünü “Certified Copy” filmindeki rolüyle Juliette Binoche

En iyi senaryo ödülü Kore filmi “Poetry”nin

İlk yönetmenlik tecrübesinin ödüllendirildiği Altın Kamera ödülü “Ano Bisiesto” filminin Meksikalı yönetmeni Michael Rowe 'a verildi.

En iyi kısa film Fransız filmi “Chienne d’Histoire”

Festival 12 Mayısta Ridley Scott’un “Robin Hood” filmiyle açılışı yapmıştı. Julie Bertuccelli’nin “The Tree” filmiyle son budu.

Gülbin Tatlıağız

Grease Müzikali Türkiye'de

Filmini lise yıllarımda iki haftada beş kere izlemiştim.
Annemin diktiği kloş eteğin altına şoset çorap giymeyi sevmiştim filmden sonra...
Plakçılara doldurttuğum kasedi sonuna kadar açıp aynanın karşısında saatlerce Olivia Newton John gibi söylemeye ve dans etmeye çalışırdım...

Efsanevi Grease Müzikali' ni 25 Mayıs - 7 Haziran tarihlerinde Kuruçeşme Arena'da izleyebileceğiz.


22 Mayıs 2010 Cumartesi

Denizlere Döktük Çiçeklerimizi...



Daha önceki yazımda Büyük Çerkes sürgünü ve Çerkes Halklarının kaderi hakkında yazmıştım.
Dün tüm Dünya'daki çerkeslerin ''Anma Günü'' idi.
İstanbul'da da andık sürgün'de kaybettiğimiz insanlarımızı...

Akaretler'deki ''W '' Otelin önünde buluştuk.
Şimdi Otel olarak hizmet veren bu bina Osmanlı Dönemi'nin ''Çerkes Okulu''.
Çerkesce eğitim veren bir okul ve asıl önemi o tarihte kız ve erkek öğrencilerin birarada okuduğu ilk ve tek okul olması.

Yerel çerkes kıyafetleri giymiş gençlerin konuşmaları ve binaya okul olduğu dönemin tabelası çakıldıktan sonra hep beraber yürüyerek, Beşiktaş Sahili'ndeki tören yerine gittik.
Sürgün konuşmaları, şiirler ve ağıtlardan sonra gemilerle sürgün edilirken ölen insanlarımızın anısına denize bıraktık çiçeklerimizi...

Ruhları Şad Olsun...

Gülbin Tatlıağız





















































































"Madenciysen Ölürsün!.."

Maden İşçileri - Selda BAĞCAN [HQ] | Facebook Video

Türkiye'nin Başbakanı bu ölümlere ''KADER, Mesleğin kaderinde bu var.'' diyor...
Mühendisler '' Kazalar Kader değil, mühendislikle önlenebilir ! '' diyor.
Avrupa'da birinci, Dünya'da üçüncüyüz maden kazalarıyla meydana gelen ölümlerde. Sanırım Başbakan için en azından bir konuda birinci olmak bir kazanç...
Kazaları önleyecek düzeni kurmak, denetlemek ve işletmek için yapılması gerekenleri gündeme getirmek, uygulanmasını sağlamak değil midir?, bir Başbakan'ın bir Hükümet'in görevi ?

umutsuz bir sonbahar günüydü
çocukları uyurken çıktılar
ereğli sokaklarına
üzülmez’e gidiyorlardı
kır düşmüştü kemikten şakaklarına
diverekli kazmacı ali çakır ömrü kahır
çehresi bakır, elleri nasır, yatağı hasır
yanında tırnaklarını maden ocaklarında kazma etmiş hakkı kaya
sevgili topraklarda yürüyorlar yaya
onlara deniz kaya, yer kaya, gök kaya
son sigaralarını bir lamba gibi yaktılar ağızlarına
oturdular kuru yapraklı hazan ağacı altına
etraf ıssızdı, toprak susuzdu
en dertli olanı çaycuma’lı ali uslu’ydu

“giderim bende bende
bir arzum kaldı sende”
türküsünü söylediler hep birlikte

yürüdüler el ele
gidiyorlardı cennet bahçelerine
her yıl şehit düşen kömür işçilerine kavuşmak inancı içinde
yürüdüler yürüdüler dilaver kömür ocağına geldiler
hakkı dedi ali satılmış dedi hakkı önleri toz dumandı
etrafı karanlıktı
sarsıldı topraklar kömür o canavar
bağırdı kardaşım vay anam yandım
verdiler el ele gönüller gönüle
sonra sarıldılar kömürün ateşine, kibrit oldular
yok oldular, var oldular
işçiden yana yeraltında bir dünya var
bir dünya var bir dünya var bir dünya var

Söz:Naci Gelendost Müzik:Selda
Söyleyen:Selda Bağcan

Haber;

Altı ayda 66 emekçi kömür madenlerinde öldü
Yalnızca son altı ayda, kömür madenlerinde 66 kişi öldü. Son 2,5 yılda bu sayı 182. Madencilik alanındaki sendikalar, meslek örgütleri, yapılacakları yıllardır sıralıyor.
Erdoğan'ın yapması gereken ilk işlerden biri, Uluslararası Çalışma Örgütü'nün (ILO) 176 numaralı "Madenlerde Güvenlik ve Sağlık Sözleşmesi"ni imzalayıp yürülüğe koymak. 24 ülke bu sözleşmeyi onaylayıp yürürlüğe koymuş durumda.
Sözleşme maden işletmesi sahiplerine ve hükümetlere önemli sorumluluklar getiriyor.
Sözleşme işverenlere kazaları önlemek için her türlü önlemi alma, işçileri bilgilendirme ve eğitme yükümlülüğü getiriyor. Bunlara, kaza sonrasındaki sağlık ve kurtarma etkinliklerinin kalitesi de dahil. İşverenler riski kaynağında bertaraf etmek, güvenli çalışma sistemleri tasarlamak, kaza riskleriyle ilgili işçileri bilgilendirmek ve kaza olduğunda gerekli tıbbi yardıma ulaşmalarını sağlamak zorunda.
Sözleşme, hükümetlereyse teknik kılavuzların hazırlanması, denetimlerin düzenlenmesi ve kazaların etkili soruşturulması gibi yükümlülükler getiriyor.
İşçilerin ve temsilcilerininse kazaları, riskli durumları bildirmek, güvenlik ve sağlıklarına ilişkin koşullara dair bilgi edinmek, güvenlik ve sağlık önlemlerinin karar süreçlerine katılmak gibi hakları ve yükümlülükleri var.
Kongrede de "kader" mi diyecek?
19. Dünya İş Sağlığı ve Güvenliği Kongresi, Eylül 2011'de İstanbul'da gerçekleşecek. Çağrı metninde Çalışma Bakanı Ömer Dinçer "Küresel sorunlar küresel işbirliğini gerektirir. Bunu sağlamanın en etkili ve verimli yollarından birisi iş kazaları ve meslek hastalıklarını önleme yoluyla çalışanların refahını ve iş verimliliğini artıracak güvenli çalışma ortamına yatırım yapmaktır" diyor. ILO ve Uluslararası Sosyal Güvenlik Birliği'nin (ISSA), uluslararası uzmanların yer alacağı bu toplantıda, bakalım Erdoğan yine çıkıp "kaderdir, doğasında vardır" diyebilecek mi?
Erdoğan emekçi ölümlerini kaçınılmazmış gibi önümüze sunup sorunun kendisini görünmez kılmaktan, "madenciysen ölürsün" demekten, bir insan hakları ihlalini savunmaktan vazgeçmeli.
Sonuçta savaş karşıtlarının İsrail'le askeri anlaşmaların iptalini istedikleri sırada attıkları "Tayyip konuşma, anlaşmayı iptal et" sloganından hareketle, "Tayyip 'kader' deyip durma, Maden Sözleşmesi'ni imzala."

BİA Haber Merkezi / Tolga KORKUT
05/21/2010

Hrant Dink Cinayet Dosyası...Altın Küre


Türkiyeli Ermeni gazeteci Hrant Dink'in 2007 Ocak ayında İstanbul’da öldürülmesinden sonra çekilen, cinayet öncesini, Ermenilerle Türkler arasındaki ilişki zorluğunu ve Türkiye’yi sarsan Hrant Dink suikastçılarının bugün iyice açığa çıkan ‘derin devlet’ ile ilişkilerini ele alan yapımcılığını ve yönetmenliğini Gazeteci Osman Okkar ve Simone Sitte'nin birlikte üstlendiği ''Hrant Dink Cinayet Dosyası'' adlı belgesel film 11.si düzenlenen Dünya Medya Festivali'inde Altın Küre ödülü aldı.


Almanya’nın Hamburg kentindeki Delphi Showpalast adlı gösteri salonunda düzenlenen törende Hrant Dink’in eşi Rakel Dinkel Dink, filmin yüz yılın hikâyesi olduğunu söylediği konuşmasında “Bu hikâye, doğruyu, adaleti, gerçeği hayatı pahasına savunan birinin yaşam hakkının elinden alındığının hikâyesi. O, doğruluk, adalet ve gerçeklerin söylenmesi gerektiğini söylediği için öldürüldü.” demiş.

Yönetmen Okkan'ın ödül törenindeki sözleri ise “Hrant Dink Cinayeti Dosyası” adlı belgesel filme verilen ödülü Hrant Dink’in yaşamına ve mücadelesine verilen bir ödül olarak nitelendirerek, “Bu ödül, aynı zamanda barışın da simgesi olacak” olmuş.



28 Şubat 2009 da 14.Türkiye/Almaya Film Festivali'nde de gösterilen film Türkiye'de gösterime girecek mi? bu konuda bir bilgi yok maalesef...

Gülbin Tatlıağız

20 Mayıs 2010 Perşembe

Büyük Çerkes Sürgünü 21 Mayıs 1864


Benim topraklarımın hikayelerini masal gibi dinledim çocukluğumda büyüklerimizden.
Hep güzel ve övünülecek anılardı küçükken anlatılanlar.
Mitolojik hikayelerin yanında, anneannemin Dolmabahçe Sarayın'da yaşadığı yılların anılarını yatağının başucuna oturur, onun anlatımıyla hayal ederek dinlerdim.
Feriye'yi yazlık olarak kullanmalarını, Atatürk'ü ilk görüşünü, kuzeni Naciye Sultan'la sarayın bahçesindeki gezileri...

Hep ihtişamlı masallardı benim için.

Abhazya'yı sorduğum da anlattığı mitolojik bir hikayeyi de hiç unutmadım.

''Tanrı yarattığı dünyanın topraklarını kavimlere dağıtmak için her kavmin başkanlarını çağırır huzuruna.
Topraklar dağıtılır, sınırlar belirlenir.
O gün orda olmayan Abhaz halkının başkanı iki gün sonra gelir Tanrı'nın huzuruna.
Tanrı ona vereceği toprak kalmadığını geçiktiğini söyler kendisine.
'' Tanrım biliyorum geç kaldım. Misafirim vardı siz huzurunuza çağırdığınızda.Ama onu ağırlamadan gelemezdim'' der.
Bu neden Tanrı'nın çok hoşuna gider.
''Madem misafirini ağırlamak için geç kaldın o zaman sana kendime ayırdığım toprakları vereceğim.''
der ve şimdiki Abhazya'yı bahşeder halkıma.
O nedenle Abhazya Tanrı'nın Topraklarıdır ve Canlar Ülkesidir.

Benim anneannem hiç balık yemedi ömrünün sonuna kadar. Bizde kaldığı zamanlarda babam eve balık getirirse biz onsuz yerdik ona başka bir yemek sunulurdu.
''Benim insanlarımı yedi o balıklar'' der, reddederdi.

Acı ve yürek yakıcı sürgün gerçeğini, topraklarından gemilere zorla bindirilerek yollanan insanlarımın çileli, aç susuz, ölümlü ve ölenlerin gemilerden denize atılarak geçirdikleri zorlu yolculuğunu, bir çok ülkeden geri çevrilişlerini, daha yaşım büyüdükçe anlatılanlardan ve okuduğum kitaplardan, katıldığım konuyla ilgili organizasyonlar da öğrendim.

Her yıl 21 Mayıs'da Sürgün'de ölen insanlarımızı ,başta Osmanlı topraklarında ilk karaya çıktıkları yer olan Kefken olmak üzere, İstanbul ve bir çok yerde anmak için toplanır Türkiye'de yaşayan Çerkes halkları.

1864 büyük Çerkes Sürgününde binlerce Adige-Abhaz -Ubıh'ın karaya çıktığı Kefken ve civarında,1878 Abhaz sürgününün acı hatıralarından bir kesit.

''Savaştan kaçırılarak getirildikleri için her bakımdan perişan bulunan zavallı halk iskelelere döküle döküle son kalıntısı KEFKEN'de karaya çıkarılmıştı. Tırşı Murat, "KEFKEN'e geldiğimiz ilk gecede 400 kişi açlıktan ölmüştür "der. Bu halkın güzel sesli ve ud (Açumgur) çalan Kesepha Elif adlı bayanı, ölümle serilen halkına her gün ağıtlar yakar, halkının "ABAZA Mezarlığı" denen mezarlığına gidip udunun eşliğinde mersiyeler söyleye söyleye ağlarmış.
Yerlilerden düşünceli kişiler bu muzdarip Elif'in, halkının mezarlığına her gün şarkı söyleyip ud çalmak için gitmeyeceğini düşünerek, izleyip gözlediklerinde, udunun eşliğinde ağlaya ağlaya söylediği şeylerin mersite (ağıt) olduğunu görürler.
Halka yayılan bu acı durumu Sultan Abdülhamid'e ve sarayda Abhazların-adeta-temsilciliğini yapan Kapdanypa Rıza Bey (Kaptanzade Rıza Bey)'e akseder.
Abdülhamid çok duygulanır. Kefken'deki Abaza göçmenlere memurlar ve ilaçlar gönderir, Kesepha Elif'ide Saraya getirmelerini söyler.
Memurlar KEFKEN'e gelir, Elif'i sorarlar, bunlar "Abaza Mezarlığında bayan Elif'in yanına götürülürler.
Elif mezarlar arasında bir kütükte oturmuş, udunun eşliğinde mersiyeler söyleyip ağlamakta. Ziyaretçileri yanına gelince ayağa kalkar, gözlerini siler. Elini öperler, Padişahın gönderdiği ilaçları ve muhacirlere yardım emri verdiğini, kendisini de Saray'a çağırdığını ve acılarını hafifletmek için her şeyi yapacağını bildirirler.
Onlara Elif'in cevabı şu "Var olsun Padişahımız, gülemeyecek kimse için ağlayabilmenin kıymetini Allah Padişahımıza öğretmesin. Mutlu insanlar arasında ağlamaklı halimle onların mutluluğunu bozmak istemem. Ağlama ihtiyacımı giderebileceğim buradan beni ayırmayın, ölsem de şu zavallı ölülerimin kemikleri arasında bana da bir yer verilmiş olur. Benim bundan başka bir ihtiyacım ve isteğim yoktur, bırakın beni. Padişahımızın eteklerinden öperim"
Elif'in ellerinden öperler. Başlarındaki memur çok duygulanmıştır. Oradaki bir mezara yaşlarını döküp eliyle toprağını okşayarak ayrılmışlar. Bu memurların başındaki Abhaz Kurkuar ailesindenmiş. Gücünü bozmadan Türkçe'ye çevrilemeyen Kesepha Elif'in ağıtlarından birindeki "ŞÜARA ABARS ŞÜRITSHAZTZIP YAPSIWAWSUA YRITSHAXAAYT" sözler (Sizleri böyle zavallı edenler, kendileri de zavallı olsunlar) gibi ve daha acıklı bir anlamdadır. ''

Bu acılı ve kanlı tarihe geçmeden önce bazı kavramları tekrarlamak önemlidir.
GÖÇ: İşgal ya da başkaca bir zorlayıcı nedenlerle topraklarında eskisi gibi rahat yaşama olanağı kalmayan bir halkın veya halkların başka yörelere veya ülkelere kendi kararlarıyla gitmeleridir.

SÜRGÜN
: İşgal edilen ülkedeki insanların tümüyle ve zorla topraklarından çıkartılması ve başka yerlere gönderilmesi ve yerlerine başka halkların ikamesidir.

SOYKIRIM (Jenosit)
: İşgal edilen topraklardaki halkları planlı bir şekilde ve bir daha toparlanamayacak şekilde toptan yok etmek, imha etmek ve yerlerine işgalcileri veya yandaşlarını yerleştirmektir.

İlk çağlardan başlamak üzere medeni alemin ağırlık merkezlerinden biri olan Akdeniz havzasının siyasi ve ekonomik hayatında Kırım ile Kafkasya’nın müstesna bir yeri bulunmaktaydı.
İpek yolu, doğuya uzanan transit ticaret güzergahının kritik geçitleri ve kavşağı olan Kırım ve Kafkasya, aynı zamanda tarım, hayvancılık ve yer altı kaynaklarıyla ihmali mümkün olmayan bir konumdaydı.
Rusların güneye inmesine set görevi yapan ve aynı zamanda Kırım ve Kafkasya’yı doğrudan yöneten Altınordu Devleti ile Ruslara karşı sağlıklı bir Devlet Politikası oluşturup uygulayamayan Kırım’ın, Slavları birleştirip önemli bir güç haline gelen Ruslar tarafından yıkılmasıyla beraber tehlike çanları Çerkesler için çalmaya başlamıştır.
1556’da tahta geçen Çar 4. İvan’dan başlayan ve I.Petro’yla giderek güçlenen ve batıdan aldığı silahlarla ordusunu geliştiren Rusya’nın Karadeniz sahiline sıcak sulara inme emelinin gerçekleşebilmesi için ortadan kaldırılması gereken en önemli engel Kuzey Kafkasya’dır ve neye mal olursa olsun be mesele halledilmek zorundadır.
İşte bu nedenle Kafkas-Rus Çarlığı arasındaki savaşlar ta 1556’larda başlamıştır. Çar 4.İvan (Korkunç İVAN) önce Kabardey topraklarına saldırır. Prens TEMİROKA, kızı MARİA’yı Çar İVAN’a eş olarak verir.
Bu vesileyle bir süre barış dönemi yaşanır. Ancak 4.İvan öldükten sonra savaşlar yeniden başlar ve zaman zaman ara verilerek tam 306 yıl sürer. 1556-1762=206 yıl hazırlık dönemi, 1763-1845 =82 yıl sürekli savaşlar ve 1846-1864=18 yıl sonuç savaşları olarak cereyan eder. Ruslar, çok arzuladıkları Hazar Denizi, Karadeniz sahili ve Kafkasya’yı ele geçirebilmek için 306 yıl, bıkmadan usanmadan ve 1.500.000 asker kaybına rağmen saldırdılar.
Her yıl Kafkasya’nın etrafındaki çemberi biraz daha daralttılar.
Modern cihazlarla donatılmış ve devre dışı kalan her askerin yerine daha fazlasının konulabildiği böylesi bir güce karşı koyan Çerkeslerin artık bu topraklarda tutunması söz konusu değildi.
Daha önceleri Kazan ve Kırım’da en acımasız şekliyle uyguladıkları ve artık klasik bir yöntem haline gelen,
“kaçırmak veya göçürmek istiyorsan, evleri, tarlaları yak-yık,kaçmaktan ya da aç kalıp ölmekten başka bir seçenek bırakma...”
metodu 1857’den itibaren Kafkasya’da en acımasız şekliyle sahnelenecektir.
Çok sayıda Rus, İngiliz, Amerikalı, İtalyan, Polonyalı ve Türk kökenli yazar, araştırmacı, Komutan, tarihçi ve diplomatın ağzından Çerkeslerin sürgünü ve sürgün sırasında yaşananlarla ilgili bazı söylemleri birer cümle veya paragraf halinde sunduğumuzda sorunu daha iyi kavramak mümkün olacaktır.

"Rusya’nın çıkarları için mümkün olabildiği kadar İstanbul’a ve Hindistan’a yaklaşmak lazımdır. Buraları elinde tutan Dünya’ya hükmeder. Bunun için de ne gerekiyorsa onu yapmalıyız..."

ÇAR I.PETRO - 1722

"Karadenizin kıyılarını bir Rus denizi ve toprağı haline getirmek için dağlıları kıyıdan temizlemek zorundaydık. Dağlı Çerkeslere ulaşabilmemize engel olan Kuban ötesi halkların da tümüyle yerlerinden kaldırılması gerekiyordu."

PRENS BARYATİNSKİ (Çar Naibi)

"Dağlılar teslim olmuyor diye biz görevimizi yarıda bırakamazdık. Yarısının temizlenebilmesi için öbür yarısının yok edilmesi gerekiyordu."

GRAND DÜK MİCHAEL

"Dağlıları, zorla ve bizim istediğimiz yerlere göndermeliyiz. Gerekiyorsa Don yöresine sürmeliyiz. Bizim esas gayemiz Kafkas dağlarının eteklerindeki bölgelere Rusları yerleştirmektir. Ancak bunu şimdiden dağlılara hissettirmeyelim..."

KAFKASYA ORDULARI KURMAY BAŞKANI MİLYUTİN

"Batı Kafkasya’nın iskanı ile ilgili resmi projenin uygulanmasından sorumlu Kont Yevdokümov, Kuban bölgesiyle pek ilgilenmiyordu. Çok pahalıya mal olan savaşı bitirebilmek için bütün dağlıların denizin karşı tarafına kovulması O’nun hedefiydi. Kuban ötesinde kalanların da tehlikeli olma ihtimaline karşın, sayılarının azaltılması ve yaşam şartlarından yoksun kılınmaları için her çareye başvurmaktı."

M.İ. BENYUKOV (Dağlılara karşı savaşan ve anısını yazan)

"Batı Kafkasların fethi ile ilgili plan açısından şimdi de kıyı şeridini temizlemeliyiz..." (Devlet Tarih Arşivinden)"

KONT YERDOKÜMOV (Savaş Bakanlığı’na 1863 Kasım ayında gönderdiği yazıda)

"Dağlılar teslim olmuyor diye biz davamızdan vazgeçemezdik. Silahlarını alabilmek için yarısının kırılması gerekti. Kanlı savaşta bir çok kabile tümüyle yok oldu. Ayrıca,çoğu anneler bize vermemek için kendi çocuklarını öldürüyorlardı..."

Rus Tarihçi SULUJİYEN

"Çerkesler bizi sevmezler. Biz onları, özgür çayırlarından çıkardık. Avullarını yıktık. Bir çok kabile tümüyle yok edildi..."

Rus Tarihçi ZAHARYAN

"Bu, gerçek ve acımasız bir savaştı. Yüzlerce Çerkes köyü ateşe verildi. Ekin ve bahçelerini imha için atlara çiğnettik, sonuçta bir harabeye dönüştü."

Rus Tarihçi Y.D. FELİSİN

"Köylere gece karanlığında dalıvermek adet haline gelmişti. Gece karanlığının örtüsü altında Rus askerlerinin,ikişer üçer evlere girmesini izleyen dehşet sahneleri öylesineydi ki, bunları hiçbir rapor görevlisi aktarmaya cesaret edemezdi..."

KONT LEV TOLSTOY

"Bizim Kafkasya’da yaptıklarımız, İspanyolların Amerika topraklarında yürüttükleri savaşların olumsuzluklarının aynısıydı. Dilerim ki, Yüce Tanrı Rus tarihinde kan izlerini bırakmasın..."

Muhaliflerden N.N. RAYEVSKİ

"Üç yıl içerisinde Batı Kafkasya’ya boyun eğdirilerek uyuşmaz yerli halkları temizleyip çıkardınız. Uzun yıllar süren kanlı savaşın zararlarını kısa sürede bu verimli topraklardan çıkartabiliriz..."

Çar II. ALEXANDRE’nin Kont Yerdokümov’a kutlama mesajında

"Rusya’nın Kafkasya’yı fethi, çağımızın barbarlık tarihinin en feci tablosunu oluşturur. Kafkas dağlılarının direnişini kırabilmek için 60 yıllık askeri terör ve kıyım gerekti..."

JAN KAROL

"Çarlık yönetimi, yüz binlerce Çerkesi Kafkasya’dan sürgün etti. Kanlı savaşla dağlı halkları vatanlarından kovarak yok ettiler..."

AKHURAT Ş.Y.- LİÇKOV L.S.

Rus Çarları tarafından çok önceleri planlanan ve adım adım gerçekleştirilen Çerkeslerin tarihi topraklarından sürülüşü olayı tarihin ender kaydettiği acılar ve ızdıraplarla doludur. Olayı yaşayan komutan, konsolos, gazeteci ve seyyahlara ilaveten konuyu araştıran tarihçilerin sürgün olayıyla ilgili görüşler de özetle şöyledir:

"Savaşın sonlarında Kafkasya’ya geldiğinde, Çerkes beylerinin ziyaret edip, mağlup olduklarını, Rus yönetimini kabul ederek kendi topraklarında yaşamalarına izin verilmesini istediklerinde verdiği cevap: “Size bir ay süre veriyorum. Bir ay içerisinde ya Kuban ötesinde gösterilecek yere gidersiniz ya da Osmanlı topraklarına gidersiniz. Bir ay içerisinde sahile inmeyen köylüleri ve dağlıları savaş esiri sayıp ona göre işlem yapacağız."

GRAND DÜK MİCHAEL

"O zamanlar dağlıların başına gelenleri anlatmaya sözcüklerin gücü yetmez. Binlercesi yollarda, binlercesi açlık ve sefaletten öldüler. Kıyılar ölü ve ölmek üzere olan insan doluydu. Annesinin soğumuş cesedinde süt arayan yavrular, donup öldüğü halde çocuğunu kucağından bırakmayan analar ve sırf ısınmak için sıkışarak yattıkları yerde birlikte donarak ölen gruplar, Karadeniz sahilinde olağan manzaralardı..."

Y. ABRAMOV - Kafkas Dağlıları kitabında

"Osmanlı’ya göç etmek üzere yola çıkanların yarısı bile oraya ulaşamadı. Bu denli bir perişanlık insanlık tarihinde çok azdır."

Rus İ. DZAROV

"Savunmaları ile ölümsüzleştirdikleri sahillerden kaçış başladı. Çerkesya artık yok. Dağlardaki artıkları da askerlerimiz yakında temizleyecek ve savaş kısa zamanda sona erecek..."

Rus St.PETERSBURG GAZETESİ

"Gemicilerin gözü doymuyordu. 50-60 kişilik gemiye 200-300 kişi alıyorlardı. Biraz su ve ekmekle yola çıkmışlardı. 5-6 günü aşınca bunlar tükeniyor ve açlıktan salgın hastalıklara yakalanıyorlar, yolda ölüyorlar ve onlar da denize atılıyorlardı. 600 kişiyle çıkan gemiden ancak 370 kişi sağ çıkabilmişti."

Fransız Gazeteci A. FONVİLL

"Göçmenlerin sorunu felakete dönüşüyor. Açlık ve hastalık had safhada. Trabzon’ gelen 100.000 kişi 70.000 kişiye indi. Samsun’a 70.000 kişi indi. Günlük ölü sayısı 500 kişidir. Trabzon’da bu sayı 400 kişidir. Gerede Kampı’nda 300 kişi, Akçakale ve Sarıdere’de günlük ölüm 120-150 kişi arasındadır. İtalyan Dr. BARAZZİ’nin raporlarında şu ibareler dikkat çekicidir (İnsanlar,uzun süre bitkiler,bitki kökleri ve ekmek kırıntılarıyla hayatta kalmaya çalışıyorlar."

Polonyalı Albay TEOFİL LAPİNSKİ

"Novorovski koyunda 17.000 kadar dağlının toplandığı kıyıda gördüklerimi unutamam. Onların bu durumunu görenler Hıristiyan da olsa, Müslüman da olsa, Ateist de olsa dayanamaz, çökerdi. Kışın soğuğunda, karda evsiz, yiyeceksiz ve doğru dürüst giyeceksiz bu insanlar tifo, tifüs ve çiçek hastalığının pençesindeydiler. Anasız kalmış çocuklar ölmüş annelerinin göğsünde süt arıyorlardı... Rus tarihinin yüz karası olan bu acılı sayfa Adige tarihi açısından büyük zararlara yol açtı. Sürgün, sosyal, ekonomik ve kültürel gelişmelerinin tarihini ve politik bir birlik olma sürecini uzun yıllar kesintiye uğrattı."

Rus Araştırmacı A.P.BERGE

"17 Nisan 1867 günü tüm Abhazya’yı dolaştım. Rus olmamaktan başka bir suçu olmayan Abhaz halkının böylesine yok edildiğine ve ülkenin tahrip edildiğine tanık olmak çok acı verici..."

İng. Konsolos GİFFORD PALGRAVE

"Samsun’dan çıkan 2718 yolcu Kıbrıs’a geldiğinde 853 kişi ölmüş ve diğerleri de ölüden farksızdı. Günlük ölüm sayısı 30-50 arasındadır” İngiliz Parlamenter M. ANSTEY’in Parlamentoda ki konuşması : “İngiltere’yle ticari ilişkiye girmeye inandırılmış,İngiliz yandaşı yapılmış olan Çerkesya’ya ihanetle suçluyorum sayın Lord Palmerston’u. Hindistan’daki çıkarlarımızla beraber Bağımsız Kuzey Kafkasya’yı bilerek ve iterek Ruslara teslim ettiğiniz için aynı zamanda İngiltere’ye de ihanet ettiniz..."

İng. Konsolos R.H.LANG

"Sayın Lordlarım, Çerkesleri kendi başlarına büyük felaketlerle baş başa bıraktığımız doğrudur. Oysa, biz onlardan yardım istedik ve onları büyük fedakarlık ölçüsünde de kullandık..."

Lord PALMERSTON - 8 yıl sonra aynı parlamentoda konuşurken

Çerkes sürgünü olayını, nedenlerini, Osmanlı İmparatorluğu’nun politikalarını iskan şekillerini ve sayısını inceleyen araştırmacıların görüşleri de özetle şöyledir :

"Karadeniz sahilinde Çerkeslerin ölüm oranı % 50’ye yakındır. Sırf Trabzon’da 53.000 kişi öldü. Savaş artığı “yüzen mezarlar” olan gemilerden kaç tanesinin battığı bilinmiyor. Kafkasya’dan Balkanlara sürülen aile sayısı 70.000 ailedir. Edirne: 6.000, Silistre-Vidin: 13.000, Niş-Sofya: 12.000, Dobruca-Kosova-Priştina-Svista: 42.000 ailedir. Yaklaşık 350.000 kişi. Ölüm oranı daha az ve % 15-20 dolaylarındadır..."

PINSON

"Ruslar, Çerkesleri tamamen imha ederek dağların iç kesimlerine, Çerkes mevzilerine doğru adım adım ilerlediler. Teslim olanlara 3 seçenek sundular: a)Kuban vadisine gitmek, b) Çar ordusuna katılmak, c) Hıristiyan olmak. Kabul etmeyenler Osmanlı ile Ruslar arasındaki bir anlaşma uyarınca göç ettiler. 1862-1870 arasında gelenlerin sayısı 1.200.000-2.000.000 arasındadır. Sahilde ölenlerin sayısı 500.000 den az değildir. Ayrıca Balkanlara giden Çerkes sayısı da 400.000 civarındadır. Halifelik yükümlülüğü, nüfus kazanma ve iyi asker sağlama gibi hesapların olduğu biliniyor..."

Prof. Kemal KARPAT

"1829’da başlayan savaş 1863’e kadar sürdü. 1864’te Çarlık hükümeti Batı Kafkasya’daki halkları bir ay zarfında Kafkasya’yı terke zorladı, Rumeli’ye 175.000 Çerkes, Anadolu’ya 600.000 kişi göçürüldü. 1867’den sonra gelenler de Tatarlar dahil 500.000 kişi kadardır."

NEDİM İPEK

"Rusya, Çerkeslere tümüyle sürgün gözüyle baktığından insanları bir ay içerisinde terke zorladı. Ve dramatik sahneler limanlarda ve deniz yolunda yaşandı. Mallarını yok fiyatına elden çıkartıp günlerce vapur beklediler. Fazla yolcu ve azgın dalgalarda perişan oldular. Binlercesi yolda öldüler. Açık denizdeki deniz kazaları bilinmiyor. Rusya’nın sürgün politikası 1863’den sonra adeta SOYKIRIM’a döndü. 40-50.000 göçte mutabık iken sadece 1864 baharında 400.000 kişi geldi. Ermeniler aynı ülke içerisinde bir yerden bir başka yere tehcir edildi. Ruslar ise Çerkesleri bir daha dönmemecesine başka ülkelere sürdü. Batılıların ilgisizliği çifte standarttır. Ermeni, Pontus soykırımlarını parlamentolarına taşırken bilimsel olarak apaçık olan ÇERKES SÜRGÜNÜ’nün aynı ilgiyi görmemesi üzücüdür. Her ulusun kendi toprağında kendi kültürünü yaşayarak yaşaması esastır. Bu konuda Çerkesler herkesten çok hak sahibidirler. Ama dağınıklık herkesten çok hak sahibidirler. Ama dağınıklık aksiyon birliğini zorlaştırır. Şimdilik Çifte VATANDAŞLIK çıkar yol gibi görünüyor. 1856-1876 arası göç-sürgün rakamları farklıdır. 1.000000-1.200.000 arası gibi 1878-1914 arasında da 500.000 Çerkes geldi. Krasnodar-Lapinsk yöresine yerleştirilenlerden 1889 7a 24.000 kişinin sürülmesi PAN-SLAVİST politikaların etkisiyledir. Kuban’da 106.795 iken sayı 61.231’e düşmüştür."

SÜLEYMAN ERKAN

OSMANLI GÖÇ POLİTİKASI: Halife Abdülhamit annesi de Çerkes olduğu için tüm gelen Çerkesleri kabul etti. Oysa anlaşma 40-50.000 içindi. Stratejik yerlerde denge sağlama (Marmara ve İstanbul’da azalan Türk nüfusu için yerleştirmeler)

Savaşlarda Müslüman erkekler yer alıyordu. Bu nedenle Müslüman erkek azalmıştı. Denge sağladı. Nüfusunu tamamladı. Balkanlarda, Suriye-Filistin’de-TAMPON- olarak kullanıldı.

Güçlü asker ve özellikle gerilla eksiğini gidermede çok sayıda kullandı.Tarım alanlarını ıslah edip ekonomisini düzeltme kullandı. Zira Çerkesler hayvancılık ve tarıma yatkındı.

Politik bir örgütlenmeye meydan bırakmamak için Çerkesleri bilinçli olarak dağıtarak yerleştirdi. Geleneksel olarak şeflerine bağlı ve silahlı oldukları bilindiğinden şefleri kent merkezlerine alınırken diğerleri gruplara bölünerek yerleştirildi.

Başkalarına Orduda rütbe verdi. Potansiyel tehlike olmalarını baştan önledi. Böylelikle asimile edilmeleri biraz daha kolaylaştı.

Sonuç olarak; 21 Mayıs 1864'te Rusların Kbaada yaylasında düzenlemiş oldukları askeri tören ve dini ayin olayını,Rus milliyetçileri "Kafkas Savaşı"nın sona erdiği bir fetih günü olarak halen her yıl 21 Mayıs'ta Kbaada (şimdi Krasnaya Polyana)'ya da gidip anmaya ve kutlamaya devam etmektedirler.

Bunu kınayan Çerkesler de,alternatif olarak "21 Mayıs"ı Kuzey Kafkasya halklarının sürüldüğü ve Çerkeslerin soykırıma uğratıldığı bir "Yas Günü" olarak bulundukları her yerde her yıl anmaktadırlar. Diasporadaki Çerkesler'in en büyük anma törenleri Kefken-Kocaeli sahillerinde bulunan Anıt Mezarlık ve Babalı sahilinde yapılmaktadır.

Tarihi bilgiler kaynak:
http://www.kocaelikafder.com/buyuk-cerkes-surgunu.aspx

Gülbin Tatlıağız

19 Mayıs 2010 Çarşamba

Bir Fotografa...Nazım Hikmet

BİR FOTOĞRAFA

Karşımdasın işte...
Bana bakmasan da oradasın, görüyorum seni.
Ah benim sevdasında bencil, yüreğinde sağlam sevdiğim.
Kalbime gömdüm sözlerimi, ceset torbası oldu yüreğim.
Tıkandığım o an,
Elimi nereye koyacağımı şaşırdığım o an işte,
Aklımdan o kadar çok şey geçti ki takip edemedim.

Ellerim boşlukta, ben darda kaldım.

Ellerim buz gibi, ben harda kaldım.

Bir senfoni vardı kulağımda çalınan,
bitti artık hepsi...
Köşeme çekildim, hani hep kaldığım köşeme.

Bakış açım belli oldu yine.

Geride kalan, ardından bakar gidenlerin.

Bir meltem olacak rüzgarım dahi kalmadı benim.

Dağlara çarptım her esişimde.

Yollara küfrettim her gidişinde.

Demiştim sana hatırlarsan:
“Önemli olan ‘zamana bırakmak’ değil, ‘zamanla bırakmamak’tir..”
Şimdi bana, geçen o zamanın

Unutulmaz sancısı kalır

Gittiğim eğer bensem, söyle bana kimden gittim?

Sende yoktum zaten ben,
ben yine bende bittim


Nazım Hikmet

Biutiful


Alejandro Gonzalez Inarritu en sevdiğim yönetmenlerden biri. Babel'den sonra çekeceği filmi heyecanla bekliyordum.

63.Cannes Film festival'in de nihayet son filmi görücüye çıktı.

''Biutiful''

23 Mayıs da yapılacak ödül töreniyle sona erecek olan festival jürisinden tam not alan film Inarrittu'nun ifadesiyle;
''en umut dolu filmi''

Başrolünü Javier Bardem'in oynadığı film, göçmen işcilerin yaşamını ve onlardan biri olan Uxbal'ın yaşadığı mahalledeki yanlızlığını, hüznünü, genç oğlu için kaygısını, herşeye rağmen vazgeçmediği umudunu,illegal yollardan maddi imkan yaratma çabasını ve polisle başını derde sokmasını anlatıyor.


25 Ağustos da Fransa'da vizyona girecek olan filmin, Türkiye'deki gösterim tarihi henüz belli değil. Umarım çok gecikmez...

Gülbin Tatlıağız

15 Mayıs 2010 Cumartesi

SEKA POSTASI...Naci Girginsoy




















''Benden yarına bir ses, bir çizgi, bir soluk kalsın...''

'' Her şey solacak dökülecek, unutulacak. Bir aşk kalacak, yaşadığımıza tanık.Seviştiğimiz kalacak...'''

'' Aşk üstüne söz etmenin güçlüğünü şimdi anlıyorum.Gözlerini anlatacak sözcük bulamıyorum. Zamanın küflü, karanlık, uzak kuytularından, taptaze eskimemiş bir tümce çıkarıyorum: Seni Seviyorum.''

'' İnsancıklar'ın Ezilenler'in Fontamara köyünün, Varşova'daki Ölüm ve Korku Günleri'nin derdi, tasacı Dostoyevskilere, İgnazio Silone'lere, Cengiz Dağcı'lara düşer...Şairlere, yazarlara, sanatçılara düşer.''
(Naci Girginsoy)

Merhaba,
Size Sunay Girgin'i tanıştırayım...
10 yaşından beri arkadaşız.
Tam 36 yıldır ...

Gülerek elini uzatır tanıştırdığım kişiye,memnun olur... gülümsemesi daha yüksek ama hafif sitemli bana döner;
''ahh Gülbin ahh bari ikisinden birini söylesen, hemen yaşımızı ortaya koymasan olmaz mı? hep aynı şeyi yapmasan'' der.
Yinelenir durur bu anlarımız...
dostluğumuzun yıl sayısı farklılaşır bir tek.

Ne kadar büyürsek büyüyelim çocukluğumuz, çocukluk anılarımız, kendimize kalışımızda, dostlarımızla sohbetlerimizde, yıllar sonraki karşılaşmalarımızda, bütünümüzde sıklıkla tazelenir, paylaşılır. akar belleğimizden, ruhumuzdan, dilimizden.

Hele yaşamınızda en can dostunuz, o yıllardan gelme ve hala yanyana yürüyorsanız yaşam yolunuzu; o anlar tekrar, tekrar damarınızda dolanır durur.

''Bazı zamanlar, akşam üzerleri antreman yaptığımız beton basketbol sahasından ayrılırken Sunay'ların tam evinin önü olduğu için kendi evime koşmadan, yukarı onların evine çıkardık.Biz mutfağa su içmeğe dalmadan Suna Teyzenin o melodik sesi bize hoş geldiniz der, mutfaktan çıktıktan sonra küçük salonun büyük ve kitaplarla dolu kütüphanesinin önünde, gözlüklerini takmış yazısını yazan Naci amcayı rahatsız etmemek için kısık sesle merhaba der Serdar Ağbi ile paylaştığı odaya dalıp kapıyı kapatır okulun, antremanın en çok da basket koçumuz Sinan Hoca'nın dedikodusunu yapardık.''

Canım Naynay'ın babası Naci Girginsoy (Naci amca) Türkiye'nin en önemli Sanayi kuruluşlarından biri olan,kapatılan Seka Kağıt Fabrikaları'nın bir çalışanı, aynı zamanda o bünye de çıkarılan Seka Postası gazetesinin kurucusu ve yazarıdır.

Gençlik Çımazı (Roman)- Mavinin Ölümü ( Öyküler) - İpek Böceği (Deneme ve eleştiriler) gibi kitapları basılmış, Türkçe'yi kullanımı ve anlatımıyla iyi bir edebiyatçı, iyi bir yazardı Naci Girginsoy.
1982 de vefat etti.

Nisan ayında Naci Girginsoy'un anısına, kızı Sunay Girgin'in ve bir çok ünlü edebiyatçı arkadaşının derlemeleri ve anılarından oluşan, Güngör Gençay ve Kadir İncesu'nun hazırladığı, ''Maviden Yeşile Naci Girginsoy'' adlı kitap çıktı.

Yazmaya tutkun bir adamın, bir babanın, bir eşin, hayatını bulabileceğiniz,Şakir Balkı, Ruşen Hakkı, Sunay Akın, Avni Öztüre, Güneş Buharalı, Güngör Gençay, Kadir İncesu, Muhtar Körükçü, Yalçın Arslan, Fahrettin Demir, Kadir Yüksel gibi bir çok edebiyatçının onunla anılarını ve kitapları ile ilgili düşüncelerini paylaşabileceğiniz çok güzel bir kitap olmuş.

Gerçek Sanat Yayınları
'ndan çıkan kitaba internetten;

www.ideefixe.com
www.kitapyurdu.com
www.leblebi.com

sipariş verip, ulaşabilirsiniz.


Kitap İçeriği;

Naci Girginsoy'un Yaşam Öyküsü
Maviyi Derinliğine Yürümek(Güngör Gençay)
Sunay Girgin İle Naci Girginsoy Üzerine Söyleşi (Kadir İncesu)
Bir Sanatçının Günlüğü (Güneş Buharalı)
Suna Girginsoy'un Gözüyle Naci Girginsoy

NACİ GİRGİNSOY HAKKINDA

Naci Girginsoy İçin Bir Tutam Özleyiş (Şakir Balkı)
Bir Üstadı Tanımak (Mustafa Küpçü)
Mektup (Cemal Turgay)
Naci Girginsoy'u Andık (Ruşen Hakkı)
Kahramanları Kendine Benzeyen Bir Yazar (Naci Girginsoy/Ruşen Hakkı)
Mavinin Ölümü (Muhtar Körükçü)
Gençlik Çıkmazı'nda Naci Girginsoy (Ayhan Hünalp)
Mavi'nin Ölümü (Sadık Güçlü)
Ölüm Yıldönümünde Naci Girginsoy'un Anısına İpek Böceği (Yalçın Arslan)
Körfezde Bir İpek Böceği (Fahrettin Demir)
Mavi Öykücü Naci Girginsoy (Kadir Yüksel)

KİTAPLARI HAKKINDA

İpekböceği (Avni Öztüre)
Bir İstasyon Sonra (Sunay Akın)
Naci Girginsoy'un Tek Gençlik Romanı Gençlik Çıkmazı (Fahrettin Demir)
Naci Girginsoy Deyince (Öner Yağcı)
Gençlik Çıkmazı ve Naci Girginsoy (Hasan Hüseyin Yalvaç)
Gençlik Çıkmazı (Mustafa Aslan)

YAZI VE ÖYKÜLERİNDEN
Gösterge
Masal
Mahallenin Teyzeleri ve Amcaları
Atatürk Yılında
Bir Kucak Dolusu Aferin
Mektup
Minnoş2un Gidişi
Son Kuşlar
Haydar Usta

FOTOGRAFLAR








13 Mayıs 2010 Perşembe

Yasmin Levy -Adio Kerida




Elveda,
Elveda sevgilim
Annen seni dünyaya getirdiginde
ikinci bir kere
sevebilecek kalbi vermemiş..
Elveda
Elveda sevgilim..
Git ve kendine baska asklar ara
baska kapilari cal,
tutkulu başka bir aşkı bekle..
Benim icin öldün sen..
Elveda
Elveda sevgilim..


adijo
adijo kerida
no kero la vida me l'amargates tu
tu madre kuando te pario te kito almundo
korason eja no te dio para amar segundo
adijo
adijo kerida
no kero la vida me l'amargates tu
va bushka te otra amor
aharva otras puertas
aspera otra ardor ke para mi sos muerta
adijo
adijo kerida

12 Mayıs 2010 Çarşamba

Ağ...


Özlemin sökülürken bedenimden
yalnızlığın
ağları dokunur
ince
ince


Gülbin Tatlıağız

9 Mayıs 2010 Pazar

Hindi Zahra - Beautiful Tango


Alıp başınızı çekip gitmek gelir içinizden...bu ses, bu müzikle rüyalarınıza doğru.

8 Mayıs 2010 Cumartesi

Annem Belkıs - Gündüz Vassaf


Cumhuriyet'in hayatımıza birçok değişiklik getirdiğini hepimiz biliyoruz.
Fakat bu değişikliklerden belki en çok yararlananlar kadınlar olmuştur.
Cumhuriyet kadınların hayatını baştan aşağı etkilemiştir.
Kızlar çocukluklarında annelerinin elbiselerini, topuklu ayakkabılarını giyip onlar gibi olmaya özenirler oyunlarında.
Benim çocukluğumdaysa çarşaf ya da çarşaf taklidi kıyafetler giyer peçe takardık.
Büyüyüp annelerimiz, ablalarımız gibi bizimde çarşafa bürünebileceğimiz günleri dört gözle beklerdik.
Sokakta bu kıyafetle nasıl yürüyeceğimizin, nasıl alımlı, çekici gözükebileceğimizin, etrafımıza nasıl bakacağımızın talimlerini evde gizli gizli yapardık.
Bizden büyük olanlarsa merakımızı iyice arttıran, birbirinden ilginç sokak maceralarını anlatırlardı.
Tanıdıklardan biri yanından geçen çarşaflı bir hanımdan çok etkilenmiş ve usulca evine kadar takip etmiş.
Tabi onunla gizlice mektuplaşmayı, buluşmayı, hatta kim bilir belki de evlenmeyi canlandırıyor kafasında. Kadın da öyle alımlı alımlı yürüyor ki. Bir de sarışın çıksa diye geçirmiş içinden.
O sakak senin bu sokak benim nihayet kadının evine varınca bir de anlamış ki saatlerdir arkadaşının zenci kalfasını takip ediyor.
Böyle yanlışlıkla kız kardeşlerini hatta karılarını bile takip eden erkeklerin hikayeleri anlatılırdı. Tabii karısı beğenildiğine mi sevinsin, kocasının kendini aldattığına mı üzülsün, çelişik duygular içinde.

Cumhuriyet, kadını esir eden şeriatın zincirlerinden koparmış ve kadına hayatın her safhasında yer açmıştı.
İşte bu zevki, bu hürriyeti ilk tadanlar, heyecanını ilk duyanlar arasında ben de varım.
Okullarda kadınla erkek beraber okuyabildiği gibi kadın danslara gidebiliyor, sinemaya gidebiliyor, çarşafsız ve yanında erkek olmadan sakağa çıkabiliyor, alışverişe, yolculuğa her yere gidebiliyordu.
Hatta Kadıköy'de Şifa'da bir gazinoda bir kız arkadaşımla bira bile içmiştik.Bu muhakkak ki Cumhuriyet'ten evvel yapılan bir şey değildi.
Hatta o gün bir aksilik oldu. Ve polisi çağırıp şikayette bulunduk. Polis bizim bizim bira içtiğimizi görünce ''Canım iyi vakit geçirdiniz ya daha ne istersiniz?'' demişti.
Ama en önemlisi, bir çok kişi tasvip etmese bile çalışmakta ve meslek seçimimizde serbesttik. Evde oturmaya koca beklemeye mahkum değildik. İstediğimiz işte çalışacağımız gibi maddeten bağımsız olmanın yolları da açılmıştı.
Bu haklarımızın kazanılmasındaysa şüphesiz ki kadının Kurtuluş Savaşı'na müteakiben Cumhuriyet ve demokrasi davasına katılmasının rolü vardı.
Gene o yıllarda kadınların oy hakkına sahip olması için her yerde çalışmalar yapan Dünya Kadınlar Federasyonu'nun ( Word Federation of Women ) benim de düzenleme komitesinde çalıştığım beynelmilel toplantısının ev sahipliğini yaptık İstanbul'da. Biz de kadınlar olarak Türkiye'de oy hakkımızı alabilmek için örgütlenmştik. (1934) Türkiye'de dünyada birçok ülkeden önce, kadına oy hakkı tanındı.
(Annem Belkıs - 2-GENÇ BİR CUMHURİYET KADINININ İSTANBUL GÜNLERİ- Şeriat esaretinden kurtuluşumuz )

Gündüz Vassaf, annesinin biyografisini onun ağzından bir anlatımla yazmış.
Kitabı elinizden bırakamıyorsunuz. Cumhuriyet tarihinin önemli ve özel insanlarından biri olduğunu görüyorsunuz Belkıs Halim'in...

Kitapta,İmparatorluğun son yıllarında Balkanlar'da yaşayan dindar bir ailenin Türk katliamı öncesi günlük yaşantısını, Yunan İşgali altında Anadolu, İstanbul'da tek başına yaşayan bir genç kadının yıllarını, Belkıs Halim'in Robert Kolej'den Darülfunun'da felsefe öğrenciliğini, Cumhuriyet'e alışmanın acı tatlı serüvenlerini, Çapkın kur'ancıları, İstanbul semalarında kızlı erkekli atılan uçak turlarını, başlarından eksik olmayan gizli polisi, 2.Dünya Savaşı yıllarında Harvard'da erkekler arasında okuyan Belkıs Hanımın, Amerika'nın akıl hastanelerinde yarım asır süren psikologluğunu, Moskova'da Türk kominislerinin ibret verici serüvenlerini buluyorsunuz...

Okuyun derim...

Gülbin Tatlıağız

Sezen Aksu - Kutlama

Şiir Kentin Şiir Festivali

Gezindiğiniz her noktasında içinizden, dilinize kafiyeler oluşturur bu şehir. Kimi sokaklarında hiçliğinizin, kaybolmuşluğunuzun, kimi caddelerinde rengarenk bir hareketin, çoşkunun,kimi semtlerinde aidiyetinizin, varlığın, iki yaka arasında aşklarınızın, duygularınızın,gözlerinizin kamaştığı güzelliğin dile gelişi...yüreğinize değişiyle..gürültüler,sesler incelir, şiir olarak akar içinize İstanbul...
İşte bu şiirsel güzelliğin mekanında düzenlenen Uluslararası İstanbul Şiir Festivali 11 - 15 Mayıs tarihleri arasında çevre seslerini incelterek, duygularınıza seslenecek.

Şiir Hatları Vapuru ile son bulacak Festival Programını;

www.istanbulsiirfestivali.org/tr/index.asp

adresinden edinebilirsiniz.

Gülbin Tatlıağız

6 Mayıs 2010 Perşembe

Hıdrellez Duası...(Sulukuleli Kadınlardan)

HIDRELLEZ DUASI

Sevdiğim kim varsa, kendim de dahil, sevebileceğim herkes de dahil sağlığı iyi olsun.
Kalbi ritmini çalsın.

Yanakları kiraz pembesi, dudakları bal olsun.

Teni sıcak kalsın, enerjisi dışına taşsın.

Ciğerlerinden nefes, midesinden gurultu, bacaklarından güç eksik olmasın.

Kanı bol olsun, damarlarında dönüp dönüp dolaşsın.

Sevdikleriyle birarada olsun.Kolu kollarına değsin, gözü gözlerinin içine baksın. Lafları birbiriyle başlasın. Nesi varsa, bölüşücek, nesi yoksa, bulup getiricek birileri olsun. Bu birileri az ama öz olsun. Bazıları dünyada tek olsun. Sevgisinin tamamını harcasın. Harcasın ki, ona büyük bir miras kalsın.

Sevmekten bıkıp usanmayacağı biri olsun. Onun yeri ayrı olsun. Onu soysun, başucuna koysun, ama yalan uydurmasın. O herşeyine, her haline tek tanık olsun. Bir hareketiyle güldüren, bir hareketiyle ağlatan olsun. Duyguların hepsi onda olsun. Kalbi buna teslim olsun. Bütün şarkılar onu anlatsın. Aşık olsun, sırılsıklam olsun. Kurumasın.

Yapmaktan bıkıp usanmayacağı bir işi olsun. Gerçek başarının bu olduğunu unutmasın. İbadet eder gibi, bu keşfini hergün yeniden kutlar gibi, onu yapıp dursun. Yaptıkça daha iyi yaptığını görsün. Daha iyi yaptıkça bunu başkaları da görsün. O başkalarının bunu gördüğünü, dış gözüyle görsün, iç gözüyle işine baksın.

Neşesi bol olsun.

Kendini mutlu etsin, durduk yere neşelenmek nedir bilsin. İçinde birşey durup durup zıplasın. Duydukları, gördükleri onu gıdıklasın, kahkaha attırsın. Gürültü çıkarsın. Saçma şeyler söylesin. Çocuklukta en şımardığı ana, sık sık gidip gelsin. Nereye gidip geldiği bilinmesin.

Değiştirmek istedikleri değişsin.
İçte ve dışta, iyi günde ve kötü günde tadilat yapsın. Eskilerini atsın, ruhunu havalandırsın. Kapıda hep kamyonu dursun. Dilediği yere taşınsın. Kendinden taşınmak isterse, içindeki güç, dışındaki sevgi ona yardımcı olsun. Bileği, bütün alışkanlıklarıyla, bağımlılıklarıyla güreşsin.

Birşey ona sürpriz olsun. Günlerinden birgünü, bir pakete sarılı olsun. Açılınca, içinden hiç beklemediği güzel bir haber çıksın. Bu gün üçyüzaltmışbeşten herhangi biri olsun. Öylesine bir pazartesi, arkaya kavuşturduğu ellerinde, unutulmaz bir salı saklasın. Öyle tahmini mümkün olmayan birşey olsun ki bu, hayatın sihirini anlatsın.

Bir hayali gerçek olsun. Bir hayale gözünü yumsun. Peşinden koşup, onu sobelesin. Hayalini kendinden saklamasın. Bir çizgi filmde olduğunu, herşeyin mümkün olduğunu unutmasın.

Bu duayı okusun. Kendi sesiyle duysun. Duası gerçek olsun. Tek kelimesine, tek satırına nazar değmesin. Amin.

4 Mayıs 2010 Salı

MAZHAR OLMAK


Bizim gençliğimizde ciltli defterlerimiz vardı.
Cilt kapaklarını kendi renklerimiz veya desenlerimizle süslediğimiz. Deftere heyecanlarımızı , aşklarımızı, ayrılıklarımızı, zamanın etkilendiğimiz veya bizi etkileyen olaylarını, üzüntülerimizi, kahırlarımızı yazar, hayranı olduğumuz ünlülerin, önemli olayların fotograflarını gazetelerden, dergilerden kesip yapıştırırdık.
Araya şiirler katar, anket sayfaları açar, doldurmaları için arkadaşlarımıza verirdik.
Mazhar Alanson'un kitabını elime ilk aldığımda lise çağlarımdaki defterim aklıma geldi. Keşke saklasaymışım.Ne güzel bir belge olurdu o dönemime ait.

Mazhar Alanson'un kitabı çok güzel olmuş. Hem bir dönem anlatılışı, o güzel şarkıların yaradılışı, sözlerin ilk halleri, notaları, resimleri, hayatının önemli anlarıyla, rengarenk bir yaşamın rengarenk bir kaydı ''MAZHAR OLMAK''. İçinde bir de cd'si var.Şu an bunları yazarken dinlediğim.Öyle ki sanki yanımda, bana söylüyormuş gibi hissettiren...

''Bu cd'deki şarkılarımı mikrofon karşısına geçip bir kerede gacırtısı, tısı, tuşu, detonesi, şaşırması, heyecanı, duygusu, hepsi içinde ardarda çaldım söyledim. Neticede sonradan hepsini en düzgün haliyle çaldıysam da; daha daha sonra ilk kaydıma geri döndüm. Dinlerken hatıralar, yıllar gözünüzde canlanabilir. Ne de olsa sahibinin sesinden. Siz de yavaştan yaşlandığınızı hissedebilirsiniz. Eski, yeni aşklarınızı hatırlayabilir, ya da yeniden aşık olmak isteyebilirsiniz. Bir ipucu vereyim. AŞK zordur aklınızda bulunsun.Resimlerime gelince yıllar içinde yaptığım şeyler. Acele etmeden, bazen de acele ederek hazırladığım ve yazdığım bu kitapta bir üniversiteli gencin aşıklar gününde sevgilisine hediye olarak alabileceği fiyattan olsun istememe rağmen, galiba kolleksiyoncular ve meraklıları ilgilendirecek bir fiyata satılacak. Kitaba umarım sıkılmadan bakar, okur, dinler ve seversiniz.Böyle bir örnek olduğunu görmedim. Umarım siz de seversiniz.'' demiş önsözün de Mazhar Alanson.